Şehri, yaşamı, hayatı ve şehir yaşamı içerisinde üretimleriyle topluma yön verenleri anlamak üzere çıktığımız yolda bu kez Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin fikirleri, söylem ve savları ile ‘adalet’ tutkumuzu her defasında ateşlemeyi büyük bir nezaketle başaran, Anayasa Hukuku emekçilerinden Yrd. Doç. Dr. Serkan Köybaşı ile yollarımız kesişti.
Şehri ve şehir kavramını bir kez de Serkan Köybaşı’nın gözlemleri ve analizleriyle sizlere aktaralım istedik…
– Şehir, yaşam, üretim üçgeninde kimlikler sizce nerede duruyor?
Şehirlerin en önemli güzelliği kimliklerin yaşanabilmesi için ortam yaratması diye düşünüyorum. İçinde yaşadığınız topluluk ne kadar küçük olursa kimliğinizi yaşama alanınız da o kadar küçük olacaktır. Elbette burada kastettiğim toplumun onayını almayan kimlikler: Kadınlık, gençlik, yerine göre dindarlık, yerine göre ise dinsizlik veya dinin modern yorumlarına dair kimlikler gibi. Birey kimliğini belki küçük yerlerde yaşayamaz ama şehirde kalabalığın arasına karıştığında artık özgürdür. Çünkü kimliğinin aykırılığı önemsizleşmiştir. Çünkü aslında kendi önemsizleşmiştir. Eskiden belki 100 kişiden 1’iyken, şimdi milyonların arasında bir kum tanesidir. Dolayısıyla şehrin kimliklerin özgürce yaşanması için daha olumlu bir ortam olduğunu düşünüyorum. Ancak şehir yaşamının ve şehirleşmenin bir gerekçesi olan üretim ilişkilerinin belli noktalarda kimlikleri yaşanmaz kılmasının mümkün olduğunun da görülmesi gerekir. Şehirde yaşamanın ekonomik zorlukları, bazılarımızı, kimliklerini geri plana atıp önceliği hayatta kalma mücadelesine vermeye zorlayabilir. Bu da şehrin kimliğimiz üzerindeki külfeti bence.
– İstanbul’a dair en sevmediğiniz şikayet nedir?
İstanbul’a dair en sevmediğim şikayet trafik şikayeti. Öncelikle, trafikten şikayet edenler, trafiği kendinin yarattığının farkında değil. Sen arabanla konfor içinde gitmek istediğin yere varmak istediğinden trafik var. Arabandan inip toplu taşımaya binsen, biraz “halka karışsan”, metrobüse, metroya veya tramvaya trafik yok. Ya da şehrin karmaşasından uzak, şehir dışında, kafanı dinleyebileceğin, duvarlarla çevrili, güvenlikli sitende oturduğun için her gün saatlerini yollarda geçiriyorsun. Evini işyerine yakın tutup bisikletle gidip gelseydin veya yürüseydin trafik diye bir derdin olmayacaktı. Herkes hem konforu en üst düzeyde istiyor, sonra kendi yarattığı trafikten şikayet ediyor. Kendini bilmezlik bence.
– Şehirleşme kültürünün şehirde kendine yer bulabildiğini düşünüyor musunuz?
Şehir kültürü bu topraklarda hiçbir zaman olmadı ve yakın bir tarihte de olabileceğini sanmıyorum. Şehirleşme kültürü ve şehrin kendi burjuva bir kavramdır. Sermaye birikiminin sonucu Batı Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Sanayi, seri üretim, fabrikalaşma ve buna bağlı olarak sermayenin merkezileşmesiyle şehir kavramı ortaya çıkmıştır. Ve Avrupa medeniyetini ortaya çıkaran 1789 burjuva devriminin kaynağı da şehirlerdir. Ancak Türkiye’de hiçbir zaman özgün bir burjuva sınıfı oluşmamıştır ve bundan sonra da oluşması pek mümkün değildir. Oluşsa bile özgün değil, kopya olacaktır. Bu nedenle şehirlerimiz de kendi özgünlükleriyle değil, kopyalama yöntemiyle büyüyeceğinden kendi kültürünü oluşturması mümkün değildir. Çeşitli ekonomik nedenlerle topraklarını terk edip şehre yerleşen kişilerin de bu kültürü oluşturması elbette beklenmemelidir. Şehir dediğiniz sadece “çok sayıda insan ve bina” değil, kültürdür, sanattır, sergidir, festivaldir, operadır, tiyatrodur, sinemadır, bienaldir, grafitidir, parktır. Bunların var olanlarının hangisinin “bize ait” olduğunu söyleyebiliriz?
– Şehrin sokaklarında sizi çeken detaylar var mı?
İstanbul sokaklarında beni çeken en önemli detaylar merdivenler. Çok bakımsız olmalarına karşın İstanbul merdivenleri her zaman sürprizlere gebedir. Beklemediğiniz yerde bir manzarayla karşılaşırsınız veya bilmediğiniz bir ara sokağı keşfedersiniz. Üstelik arabalardan da uzaktasınızdır
– İstanbul’a özel bir çalışma yapılsaydı, sanatın hangi alanında olmasını tercih ederdiniz?
İstanbul’a özel bir çalışma olsaydı resim alanında yapılmasını isterdim. Çünkü İstanbul çok güzel bir kent olmasına karşın plansız yapılaşma nedeniyle güzel bir renk vermiyor göze. Tarihî yarımadadan bahsetmiyorum ancak İstanbul’un diğer bölgelerinde renklerin kullanılmasıyla yapıların bir sanat eserine dönüştürülmesi, belki bunu yaparken grafiti sanatçılarından yararlanılması son derece güzel bir sonuç verebilir.
– Yaşam sanatına hizmet edebilecek bir ortam oluşturmanın bedeli sizce nedir?
Eğer doğru anlıyorsam, şehirde yaşam sanatına hizmet edebilecek bir ortam oluşturulmak isteniyorsa, her bedel göze alınmalıdır. Bu konuda ekonomik bedelin hiçbir önemi olmamalı. Çünkü şanslı bir azınlık dışında İstanbul artık insanları boğuyor. Nefes alınmaz hale getiriyor ve mutsuz ediyor. Halbuki şehir daha iyi bir yaşam sunduğu için bir çekim merkezidir. İnsanlar kendilerini buraya mahkum hissetmemeli, burada mutlu olmalı ve isteyerek ve severek yaşamalı. Bunu sağlayacaksa bazı projeler iptal edilebilir, bazı ekonomik gelirlerden fedakarlık edilebilir ve hatta edilmelidir.
Şehir dışında kalan her şey için;
(Merve Sönmez – Ülkede Sanat)