Gördüklerim, duyduklarım, düşündüklerim…

Yeni Tunus Anayasası’nın Yazım Süreci ve Sürecin Sonuca Yansıması*

GİRİŞ

1950’lerde bağımsızlığını kazanan Kuzey Afrika ülkelerinde kurulan diktatörlükler, anayasalarında geniş temel haklar verip daha sonra kanunlar yoluyla bu hakları geri almak konusunda uzmanlık kazanmıştır.[1] Dolayısıyla bu ülkelerde kişilere verilen temel haklar ve bunların güvenceleri hep göstermelik kalmıştır. Kuzey Afrika ülkeleri, uzunca bir süredir otoriter yönetimler altında belli bir istikrar içinde yönetilseler de, genelde, bu istikrar uğruna bireysel haklar baskı altında tutulmuştur. Bu ülkelerdeki baskıcı yönetimlerden bir kısmı, 2011’te Tunus’ta başlayan ve Arap Baharı olarak adlandırılan halk ayaklanmalarının ardından ya yıkılmış, ya da derinden sarsılmıştır. Tunus, yalnızca kıvılcımının çakıldığı yer olarak değil, Arap Baharı’nın yaşandığı ülkeler arasında 26 Ocak 2014 tarihinde kabul edilen yeni anayasasıyla otoriter bir yönetimden çağdaş ve demokratik bir rejime geçebilen şu ana kadarki tek ülke olmasıyla da incelenmeye değer bir özellik göstermektedir.

I – Eski Anayasal Düzenin Sonu

Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) ülkelerinde[2] görülen yönetimlerin otoriterlik düzeyi birbirinden farklı olagelmiştir. Tunus, 1956’da Fransa’dan bağımsızlığını kazanmasının ardından Habib Bourguiba yönetiminde modernleşme, sekülerleşme ve ulus-devletleşme sürecine girmiştir. Bu amaçla özellikle İslam ve Arap kimlikleri devletin kontrolü altına alınmıştır. Politikasını siyasal İslam’ın oluşturduğu partilerin kurulması uzun yıllar önlenmiştir.[3] Ne var ki, yürütülen modernleşme politikasının kısmen başarısız olması nedeniyle siyasal İslam “negatif meşruiyet” yoluyla güç kazanmıştır.[4]

Buna ek olarak, ekonomik sıkıntılar da halkın hayal kırıklıklarını artırmıştır. Bağımsızlıktan bu yana gerçekleştirilen, tepeden inme bir modernizasyon olsa da, diğer ODKA ülkelerinden farklı olarak Tunus’ta yaşanan süreç sivil, şehirli ve seküler küçük burjuvalar tarafından hayata geçirilmiştir. Dolayısıyla, ODKA ülkeleri arasında demokratik bir değişime en yakın olan da Tunus olmuştur. Ancak yönetimdeki burjuva siyasal elitlerin Batı ülkeleriyle iyi ilişkileri ve ticaret andlaşmaları sayesinde yaşanan zenginleşme ülkeye eşit şekilde dağıtılamamıştır. Ülkenin sahil şeridiyle iç kesimleri arasında gelir ve işsizlik konusunda derin bir uçurum oluşmuştur.[5]

A – Baskıcı Yönetime İsyan

Bilindiği kadarıyla, 26 yaşındaki Muhammed[6] Buazizi Tunus’un işsizliğin yüksek, gelir düzeyinin düşük olduğu iç kesimdeki şehirlerinden Sidi Buzid kentinde yaşamaktadır ve sekiz kişilik ailesinin tek gelir kaynağıdır. 17 Aralık 2010 günü sokak tezgâhına ve üzerindeki meyve-sebzeye kadın bir polis tarafından el konulmuştur. Sidi Buzid şehrinin bulunduğu bölge Gafsa adlı bir madencilik bölgesinde yer almaktadır ve son yıllarda bazı protesto gösterilerine sahne olmuştur.[7] Buazizi kendine yönelik işleme itiraz etmesine ve 10 Dinar’lık cezayı ödemeye razı olmasına karşın, polis geri adım atmamış ve hatta, iddiasına göre, Buazizi’ye tokat atmış ve babasına hakaret etmiş. Bunun üzerine belediyeye giderek yetkililerle görüşen genç sokak satıcısı, şikâyetinin dinlenmemesi üzerine evine gitmiş, çeşitli yanıcı malzemeler almış, belediye binası önüne geri dönerek kendini ateşe vermiştir.

Bölgede, özellikle 2010 yılının sonlarında çeşitli kendini yakma eylemleri olmuşsa da Buazizi’nin eyleminin, aynı zamanda iktidar partisinin bölge temsilcisi olan yerel yöneticinin ofisinin hemen dışında gerçekleşmesi kendini ateşe verme eylemine yeni bir anlam yüklemiştir. Buazizi, üzüntüsü veya onurunun kırılması nedeniyle değil, haksız işlemler yapan yönetime karşı bir isyan olarak kendini ateşe vermiştir. Böylece Buazizi, yetkilileri, eyleminin tüm siyasal ve ahlakî sorumluluğunu üstlenmeye zorlamıştır.[8]

Buazizi gibi sıradan bir vatandaşın, uğradığı haksızlık karşısında kapıldığı öfke, kamuoyunda, Devlet Başkanı Zine El Abidine Ben Ali hükümetinin baskıcı politikalarına karşı birikmiş bulunan toplumsal öfkeyi tetikleyerek sokak gösterilerine neden olmuştur. Polisin barışçıl göstericilere sert müdahalesi isyanın şiddetlenmesine ve tüm ülkeye yayılmasına yol açmıştır. Önce iç kesimlerde, ekonomik olarak düşük seviyedeki sosyal sınıfların gösterileriyle başlayan isyan bir süre bu bölgede devam etmiştir. Bir süre sonra ise daha fazla özgürlük ve gerçek bir demokrasi talebiyle başkentte ve diğer sahil şehirlerinde de ayaklanmalar baş göstermiştir. Dikkat çekici bir unsur, hiçbir siyasal parti veya ideolojinin ayaklanmada ön plana çıkmamış veya isyana liderlik etmemiş olmasıdır.

1987’de iktidara gelmesinden bu yana, yabancı yatırımlar lehine olacak şekilde Tunus özel sektörünün gelişmesine önem vermesi nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’nın desteğini arkasına alan Ben Ali, Batılı ülkeler tarafından sessiz kalınacağı bilinciyle ayaklanmayı şiddetle bastırmaya çalışmıştır. Ancak ayaklanmanın yayılması ve önlenemez hale gelmesi üzerine 14 Ocak 2011 tarihinde ülkeyi terk etmiştir.

B – 1959 Anayasası’nın Devre Dışı Kalışı ve Siyasal İslam Tehlikesi

Ben Ali’nin devrilmesinden sonra yaşanan geçiş döneminin başında rejimin temel kurumları çalışmaya devam etmiştir. Çünkü Ben Ali’nin görevden ayrılmasını takip eden süreç yeni bir siyasal sistem amacıyla kurumların yeniden yaratıldığı teknik bir süreç veya devrimci taleplerin kurumsallaştığı bir dönemden ziyade, özgür seçimlerin düzenlendiği ve seçilmiş bir Kurucu Meclis eliyle yeni bir anayasanın yazılacağı bir dönem olarak görülmüştür. Dolayısıyla tanık olunan bir geçiş değil, daha çok, siyasetin yeniden-kurma aşamasıdır.[9] Bunun en açık göstergesi Ben Ali’den boşalan devlet başkanlığı koltuğuna geçici olarak seçilecek yeni başkan için olağan anayasal usulün izlenmiş olmasıdır.[10]

Ben Ali’nin kaçtığı gün Başbakan Ghannouchi, Devlet Başkanı’nın görevlerini geçici olarak yerine getiremediğini ve yetkilerini 1959 tarihli Tunus Anayasası’nın 56. maddesine dayanarak kendine devrettiğine dair bir demeç vermiştir.[11] Ancak belli bir süre sonra, Ben Ali’nin geçici değil, sürekli şekilde görev yapamaz duruma düştüğüne karar verilerek Anayasa’nın 57. maddesinde öngörülen Parlamento Başkanı’nın interim devlet başkanlığı devreye sokulmuştur.[12] Görüldüğü üzere, halka ayaklanmasının hemen ertesinde, Ben Ali dönemindeki anayasal düzen belli bir ölçüde devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Bunun nedeni, ülkede Ben Ali iktidarı sırasında etkin olan siyasal grupların halk ayaklanması sonrasında büyük oranda aynı kalmış olmasıdır. Bu açıdan, Ben Ali öncesi ve hemen sonrasında -Ben Ali’nin kendi dışında- bir istikrar olduğu söylenebilir.[13]

Hatta, önce geçici Devlet Başkanlığı’nı ilan eden, ancak daha sonra Anayasa’nın 57. maddesi gereğince bu makamı Parlamento Başkanı Fouad Mebazaa’ya bırakan Başbakan Mohammed Ghannouchi’nin kurduğu ulusal birlik hükûmetinde Ben Ali’nin partisi Rassemblement Constitutionnel Démocratique’ten (RCD) çok sayıda bakan bulunmuştur.[14] Dolayısıyla Ben Ali’nin ülkeyi terk etmesiyle rejim çökmüş değildir. Ancak önemli bir boşluk oluştuğu da muhakkaktır. Bu boşluğu toplumda görülen demokratik katılım talebi doldurmuştur.

2011 yılında halk ayaklanması her yere yayıldığında ülkedeki siyasetçilerin hiçbiri halk tarafından arzulanan değişime hazırlıklı değildir.[15] Buna karşın her biri Ben Ali sonrasındaki durumdan kendine pay çıkartmaya çalışmıştır. Öyle ki, isyancı halk karşısında siyasal elitler bir karşı-devrim yapılanması haline gelmiştir. Bu yapılanmanın içinde, Ben Ali’nin iktidarı sırasında görevde olanların yanı sıra onun ülkeyi terk etmesinin ardından, pastadan pay almak için Ghannouchi hükûmeti dahilinde hemen yönetime gelen ve çoğunluğunu RCD üyelerinin veya ona bağlı yapay muhalefet partilerinin oluşturduğu partiler de bulunmaktadır.[16] Dolayısıyla, her ne kadar Ben Ali ülkeden kaçmış olsa da, daha önce birlikte çalıştığı ekibi halen ülkeyi yönetmeye taliptir. Bunun yanında, Ben Ali’nin gidişiyle üzerindeki baskıdan kurtulan güçlü siyasal İslamcı hareket ile siyasal elitleri oluşturan liberal ve laik kesimler arasındaki anlaşmazlıkların müzakere masasına nasıl yansıyacağı önemli bir soru işaretidir.

Bilindiği üzere, devrimler her zaman “amaçlanan ve fakat henüz doğmamış olan” değişimle sonuçlanmamaktadır. Yasemin Devrimi adı da verilen Tunus’taki halk ayaklanmasının hedefi olan özgürlükçü ve demokratik bir ülkenin önünde siyasal İslam bir tehdit olarak ortaya çıkmıştır.

1959 Anayasası’nın ilk maddesinde Tunus Devleti’nin dini “İslam” olarak belirtilmiştir. Ancak yönetim seküler ilkeler üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla Bourguiba’nın devlet başkanlığı sırasında ve Ben Ali’nin görevden ayrılışına kadar seküler ve kontrol edilen bir din anlayışının ülkeye hâkim olduğu düşünülebilir. Halk ayaklanması sonrasında bastırılan siyasal İslam’ın radikal şekilde yeniden ortaya çıkacağına dair endişeler artmıştır. Ayaklanma sırasında ortada görülmeyen[17] ve bu nedenle Devrim’in meşruluğundan yararlanmayan siyasal İslam, halkın hayal kırıklıklarını ve umutlarını yakalamayı becerdiği ölçüde güçlenmiştir.[18] Ancak bu durum, bazı kesimlerce halk ayaklanmasının amacından sapması ve hatta bir karşı-devrim olarak görülmüştür.[19] Özellikle kadınların, bağımsızlıktan bu yana kazanmış ve kullanmış olduğu hakları kaybetme tehlikesi baş göstermiştir.

Ben Ali’nin görevden ayrılmasından yalnızca bir hafta sonra, devrimci ve muhalif gruplar 14 Ocak Cephesi adı altında örgütlenmiş ve halk adına konuşmaya yetkili tek organ olduğunu ilan etmiştir. Söz konusu Cephe değişimin de yasal hükümet eliyle yukarıdan aşağıya yapılmasına karşı çıkmıştır. Zaten bu nedenle, söz konusu koalisyon, bir yıl içinde bir Kurucu Meclis toplanarak yeni bir anayasa yazılmasını ve RCD, Parlamento’nun her iki meclisi ve Yüksek Yargı Konseyi gibi eski rejimle bağlantılı kurumların feshedilmesini talep etmiştir.[20]

Ghannouchi’nin değişimi anayasal sınırlar içerisinde gerçekleştirme gayretleri Kasbah I ve Kasbah II olarak bilinen protesto gösterilerine ve işgal eylemleri karşısında başarısızlığa mahkûm olmuştur. Tam bu sırada 14 Ocak Cephesi’yle birlikte ülkenin en önemli muhalif aktörlerinin içinde yer aldığı Conseil National de Protection de la Revolution (Devrim’in Korunması Ulusal Konseyi) 11 Şubat’ta kurulmuş ve millet egemenliğinin tek temsilcisi olarak görülmek istendiğini ilan etmiştir. Üzerindeki baskı artan Ghannouchi bazı kesimlerce “devlet partisi” olarak görülen[21] RCD’nin 21 Şubat’ta kapatıldığını ilan etmiş, 27 Şubat’ta ise istifa etmiştir.

Bunun ardından değişimin yukarıdan aşağı yapılması fikrinden vazgeçilmiş ve yeni bir anayasa yazılması hedefiyle 24 Temmuz 2011’de Kurucu Meclis için seçimler yapılacağı ilan edilmiştir. 1959 Anayasası yürürlükten kaldırılarak, yeni anayasanın kabulüne kadar geçerli olacak 14 numaralı Devlet Başkanlığı kararnamesi, Ghannouchi’nin yerine geçen eski siyasetçi Béji Caid Essebsi tarafından yürürlüğe sokulmuştur.

II – Demokrasiye Giden Yolda Yeni Bir Anayasa

Yasemin Devrimi’nin ardından yeni bir anayasa yazılmasına karar verildiğinde, Tunus’un siyasal hayatına yön veren partiler bu süreci kendi siyasal görüşleri çerçevesinde yönlendirmek istemiştir. Bu noktada, karşı karşıya kalan iki önemli kesim vardır: Yüzü Batı’ya dönük, seküler, eğitimli, burjuva, liberal ve demokrat şehirli kesim ile kültürel ve tarihsel olarak İslam ve Arap köklerine vurgu yapan muhafazakâr, yoksul kesim. Bu iki tarafın kendi siyasal partileri olsa da, anayasa yazım süreci partileri aşan ve bu toplumsal kesimlerin sürekli sokak eylemleri ve lobi faaliyetleriyle süreci yönlendirdikleri bir ortamda kaleme alınmıştır.

A – Yeni Bir Kamusal Alanın Doğuşu

Hükûmetin uyguladığı sansürün kaldırıldığı 13 Ocak 2011 tarihine kadar klasik medya araçları Tunus Devrimi’nde hiçbir rol oynamamıştır. O zamana kadar Devrim’in kitle iletişim araçları Facebook, bloglar ve kısa mesajlar olmuştur.[22] Ancak sansürün kaldırılmasının ardından bazı medya araçları birkaç gün, bazılarıysa birkaç saat içinde yeniden kazandıkları özgürlüklerin bilincine varmış ve sayfalarını ve ayırdıkları zamanı Tunus siyasal manzarasının sayısız siyasal duyarlılıklarına açmıştır.[23] Bilgi akışındaki özgürleşme ve çoğullaşma, çok kısada topluma da yansımıştır.

Devrim sonrası Tunus’ta, bir anda siyasetin ön cephesinde bir kamusal alanın ortaya çıktığı ve bunda da derneklerin önemli bir rol üstlendikleri görülmektedir. Öyle ki, Ben Ali’nin ülkeyi terk etmesinin ardından geçen bir senede 1000 yeni dernek ve 110 yeni siyasal parti kurulmuştur.[24] Halkın katılımı ve toplumsal aktivizm sürecin olumlu şekilde sonuçlanmasında son derece kritik bir unsur olmuştur. Özellikle Kurucu Meclis seçimi öncesinde, resmî olmayan ve bir anda ortaya çıkan ve statükoya meydan okuyan hareketlerle birlikte, yoğun toplumsal hareketlenme ve temel siyasal değişiklik ihtiyacı konusundaki oybirliği baskın hale gelmiştir. Siyasal partiler tarafından kurumsallaştırılan olağan yasa yapımı ise ancak Kurucu Meclis seçimlerinden sonra ön plana geçebilmiştir.[25]

Ben Ali’nin görevi bırakmasının ardından çoğu kurum çalışmaya devam etse ve devlette belli bir süreklilik sağlansa da demokratik geçiş için bazı yeni kurumlara da ihtiyaç duyulmuştur. Bunların en önemlilerinden biri serbest ve adil seçimlerin düzenlenmesi amacıyla Haute Instance pour la Réalisation des Objectifs de la Revolution, des Réformes Politiques et de la Transition Démocratique (Devrim’in Hedeflerinin, Siyasal Reformların ve Demokratik Geçiş’in Gerçekleştirilmesi için Yüksek Makam) adıyla yeni bir kurum ihdas edilmiştir. Yüksek Makam’ın temel amacı Devrim’den seçimlere giden yolu açmaktır.[26] Özel olarak ise görevi, siyasal örgütlenmeyle ilgili yasal metinleri hazırlamak ve Devrim’in demokratik sürece ilişkin amaçlarını somutlaştırmak için gerekli reformları önermektir.[27]

Tanınan ve saygı duyulan bir hukukçu olan Yadh Ben Achour’un başkanlık ettiği Yüksek Makam önce, 1959 Anayasası’nın öngördüğü ancak gerçekçi olmayan seçim tarihini 23 Ekim 2011’e ötelemiş ve ardından da yeni seçim kanununu kabul etmiştir. Makam, Kurucu Meclis’in ülkedeki tüm siyasal hareketleri kapsaması amacıyla oranlı bir seçim sistemi öngörürken, Ben Ali’nin kapatılan partisi RCD’nin üyelerine ise seçilme yasağı getirmiştir.

Yüksek Makam’ın kurulması ve seçimlere giden yolun belirlenmesi toplumsal hareketliliği azaltmamıştır. Halk yine sokaklarda ve meydanlardadır ancak artık sokağa çıkma sebebi daha çok ekonomik ve sosyal talepler ile kimlik politikasıdır. Bu eylemler, aynı zamanda, Yüksek Makam’ın faaliyeti üzerinde bir denetim de sağlamıştır. Devam eden eylemler, kişilerin ve grupların hükümeti daha hesap verebilir kılma çabasındaki yetkinliğini ortaya koymuştur.[28]

Nitekim bu nedenle Yüksek Makam’ın çalışma düzeni ampirik olmuştur. Toplumsal olarak yoğun şekilde eleştirildiğinde veya işini tamamlamak konusunda gerekli desteği alamadığını düşündüğünde kapılarını daha fazla üyeye açmıştır. Buna bağlı olarak, 71 üyeyle göreve başlayan Makam’ın üye sayısı zamanla 155’e kadar çıkmıştır.[29] Bu, hukuksal dayanağı olmayan bir geçiş organının toplumsal desteği sağlamakta ve meşruiyetini devam ettirmekte ne kadar hassas hale geldiğini gösteren son derece çarpıcı bir örnek olmasının yanı sıra, halkın geçiş dönemi boyunca da devam eden denetiminin bir göstergesidir.

Yeni anayasaya giden yolculuk oldukça zorlu geçmiştir. Bazı siyasetçilere düzenlenen suikastler, askeri güçlere yönelik saldırılar ve devam eden şiddet eylemleri sürecin sürdürülmesini zorlaştırmıştır.[30] Ayrıca Tunus’un 1956’da Fransa’dan bağımsızlığını kazanmasının ardından ilk devlet başkanı olan ve 30 yıl bu görevi sürdüren Habib Bourguiba’nın hayata geçirdiği, cumhuriyetçi ve seküler reformlara paralel olarak geliştirilen “Tunus ulusu yaratma” politikası sonucu bastırılan kimlikler, Kurucu Meclis’te yeniden ortaya çıkmıştır. Ülkenin fakir ve sosyal olarak alt sınıf vatandaşları Devrim’in başarısını Bourguiba’nın ülkedeki izlerinin tamamen silinmesinde görürken, şehirleşmiş orta sınıflar, tam tersi şekilde, devam eden siyasal değişimin derinleştirilmesi için Bourguiba politikalarını yeniden hayata geçirmeyi savunmuştur. Bu görüş ayrılıkları, yeni ortaya çıkan kamu düzenini tanımlamaya çalışan seküler ve dindar kesim arasında karmaşık bir kutuplaşmaya neden olmuştur.[31]

23 Ekim’de yapılan seçimlerin adil ve sorunsuz geçmesi üzerine, Kurucu Meclis tüm toplumsal kesimlerin üzerinde uzlaştığı tek iktidar odağı haline gelmiştir. Bu nedenle, halk tarafından demokratik şekilde seçilen Kurucu Meclis, demokratik geçiş sürecinin temel parçası kabul edilmiştir.[32] Seçimlerden İslamcı ve muhafazakâr En-Nahdha Partisi %40 civarında bir oyla zaferle çıkmıştır. En-Nahdha’nın bu başarısının altında yalnızca İslamcı ve muhafazakâr kesimlere değil, toplumun tüm kesimlerine yönelil bir politika yapması yatmaktadır. En-Nahdha’ya oy verenler arasında (1) ona yakın olan militanlar, (2) dinsel söylemden etkilenenler, (3) direnişini ve mağduriyetini tanıyan ve onurlandıran sıradan insanlar, (4) diktatörlükten ve yolsuz bir rejimden kurtulmak isteyen halk, (5) daha iyi bir hayat uman fakir sınıflar ve (6) En-Nahdha’nın yeni söylemine güven duyan orta sınıflar ve zengin burjuvazi bulunmaktadır.[33] Bu açıdan En-Nahdha örneği, yıllardan bu yana süren zulmün ardından bugün ortaya çıkan, çoğu merkez ve modern olan ve demokrasi oyununun kural ve usullerini kabul eden İslamcıların toplumlarının siyasal geleceğine giden yolu çizmedeki ağırlığını gösteren[34] örneklerden biridir. Bunda, 2005’te sol partilerle birlikte düzenlenen grevden, ayaklanmaya kadar devam eden süreçte dinsel değil sivil bir parti olduğu ve insan hakları, demokrasi, hukuk devleti, çok partililik ve sivil bir devleti savunduğu izlenimini verebilmiş olmasının da payı bulunmaktadır.[35] Buna karşın En-Nahdha’nın başarısı sekülarizmi savunan bazı kesimlerde endişe yaratmıştır. Örneğin Yüksek Makam Başkanı Ben Achour “seçim sonuçlarının, Devrim’in halkıyla seçimin halkı arasında önemli bir fark olduğunu gösterdiğini” ifade etmiştir.[36]

B – Yeni Anayasa Tartışmaları ve Bu Tartışmaların İçeriğe Yansıması

Kurucu Meclis’in kurulması ve yeni anayasa yazım sürecinin başlamasının ardından siyasal partiler süreçte yeniden ön plana çıkmıştır. Ancak bu, yazım sırasında yalnız oldukları anlamına gelmemektedir. Toplumsal hareketlilik özellikle İslam’ın ve kadının yeni anayasadaki yeri konularında devam etmiştir.

 16 Aralık’ta Kurucu Meclis tarafından kabul edilen ve “küçük anayasa” olarak anılan “kamu otoritelerinin geçici düzenlemesi” belgesi yeni anayasanın yazılması için bir zaman sınırı koymamıştır. Bununla birlikte, yeni anayasanın her maddesinin ayrı ayrı mutlak çoğunlukla ve anayasanın bütününün ise Meclis’te 2/3’lük bir çoğunlukla kabul edilmesine, bu çoğunluğa ulaşılamaması halinde bir ay sonra ikinci bir oylamanın yapılmasına ve bunda da nitelikli çoğunluk elde edilememesi halinde anayasanın kabul edilmesi için bir referandum düzenlenmesine karar verilmiştir.

Kamu otoritelerinin geçici düzenlemesine dair kanunun 3. maddesi ile, anayasa tasarısının kaleme alınması amacıyla, Kurucu Meclis içinde altı ana başlık için altı komisyon[37] kurulmuştur. Her komisyon, partilerin Meclis’teki oranlarına göre belirlenmiş 22 üyeden oluşmuştur.[38] Komisyonların çalışma ve işleyişi Kurucu Meclis İçtüzüğü ile düzenlenmiştir.

Başta, komisyonların çalışmaları kamuoyuyla paylaşılmamıştır fakat süreç içerisinde, Kurucu Meclis’in komisyonlarının halka açılmasına ve sivil toplumdan gelen girişimlerin dikkate alınması zorunluluğu üzerinde anlaşılmıştır. Aslında olan, vatandaşların gözünde anayasa koyucu iktidarın, etkinliklerine karşın, vatandaşların kamusal şeye katılmak için oluşturduğu yeni yöntemlere karşı geçirgen olmamasının kabul edilemez bulunmasıdır.[39] Bunun ardından çok sayıda uzman, siyasal parti, bağımsız kişiler, hukukçular ve sivil toplum kuruluşları komisyonlara taslaklar sunmuştur. Üzerlerindeki bu toplumsal ilgi sonucunda komisyonlar, çalışmalarının en başından itibaren açık ve titiz bir çalışma yöntemi belirlemeye mecbur kalmıştır.[40]

Yeni anayasanın, karanlık bir ortamda ve toplumsal etkilerden uzak bir şekilde doğmaması amacıyla Meclis İçtüzüğü’nün 54. maddesi komisyonların basına ve vatandaşlara açılması ilkesini getirmiştir. Kapalı oturum yalnızca istisnaî hallerde mümkündür. Buna bağlı olarak bazı komisyonlar çalışmalarını Facebook üzerinden duyurmuş ve hatta bazı komisyon üyeleri toplantıları Twitter üzerinden güncel şekilde halkla paylaşmıştır.[41]

Tunuslular yalnızca Meclis’ten gelen bilgilerle yetinmek istememiş ve kendileri de anayasa yazımı konusunda kamuoyunu bilgilendirmek için çeşitli gayretler içine girmiştir. Bunların en güzel örneklerinden biri 4 Kasım 2011’de yayına başlayan opengov.tn adresli web sitesidir. Adil, demokratik ve müreffeh bir toplum hakkını güvence altına almak amacıyla kamusal işlerin yönetimine vatandaşların katılımı ve tam bir şeffaflık ilkelerinin hayata geçirilmesi için mücadele eden site “Anayasa kapalı oturumda yazılıyor” sloganıyla iki eylem gerçekleştirmiştir.[42]

Ne var ki, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir görüntü çizerek iktidarı ele geçiren En-Nahdha kısa zamanda muhafazakâr ve otoriter bir yönetime başvurmuştur. 23 Ekim seçimlerinin ardından yarattığı demokratik ve sivil bir parti olduğu izlenimini terk eden bir siyaset izlemiştir. Örneğin partinin temsilcilerinden biri, En-Nahdha hükûmetine karşı gösteri yaparak yolları kapatanlara karşı “Allah’a ve peygamberine karşı savaş açanlara” ölüm, çarmıha germe, organ kesme veya sürgün cezası verilmesini öngören El-Maide sûresinin 33. ayetinin uygulanması gerektiğini söylemiştir.[43]

Nitekim Parti’ye yakın militanlar gazetecilere ve muhaliflere fiziksel saldırılar gerçekleştirmiş ve hatta, 2012’nin Ekim ayında gerçekleştirilen protesto gösterileri sırasında muhalefet partilerinden Nidaa Tounes’in bölgesel sorumlularından birini öldürmüştür. Aynı yılın Kasım ayında, Siliana’da gerçekleşen gösterilerde, polisin müdahalesi sonucu 264 kişinin yaralanması ve 19 kişinin gözünü kaybetmesinin ardından, üzerindeki baskılara daha fazla dayanamayan Başbakan Hamadi Jebali istifa etmiştir.

En-Nahdha’nın baskıcı politikaları ve bunlara karşı direniş anayasa yazım sürecine de yansımıştır. En-Nahdha’nın çoğunlukta olduğu Kurucu Meclis’in hazırlamış olduğu ve 2012’nin Ağustos ayında açıklanan yeni anayasanın ilk taslağında kadınlar “erkeklerin tamamlayıcısı” olarak tanımlanmıştır.[44] Bu ilk taslak, özellikle kadın hakları savunucuları tarafından “Tunusluların kazanılmış haklarının çok altında ve özgürlükleri yok eden bir müsvedde” olarak kabul edilmiştir.[45] Tarihsel olarak, Tunus devlet yönetiminde çok etkili olamayan kadın örgütleri, anayasayla ilgili tartışmalarda son derece önemli bir konuma ulaşmıştır. Kadın örgütlerinden yapılan sert açıklamalar toplumsal duyarlılığı artırmıştır. Taslağın açıklandığı günün ertesinde başkent Tunus’ta 6 bin kadının katıldığı bir miting düzenlenmiştir. Buna ek olarak Tunus’taki Twitter kullanıcıları arasında #complementarité[46] etiketi en fazla yazılan kelimeler arasına girmiş ve internet üzerinden başlatılan kadın haklarının korunmasına yönelik imza kampanyasında 30 binden fazla imza toplanmıştır. Tüm bunların sonucunda yeni anayasanın ikinci ve üçüncü taslaklarından “tamamlayıcı” kelimesi çıkarılmıştır.[47]

Ancak bununla yetinilmemiş ve tartışmalarda ortaya konan güçlü kadın hakları iradesi anayasa yazım sürecine somut düzenlemeler olarak yansımıştır. Örneğin, yeni Anayasa’nın 21. maddesinde kadın ve erkeklerin kanun önünde eşitliğine yapılan vurguyla yetinilmemiş ve iki maddede kadınların toplumsal eşitliğini sağlamak üzere devlete görevler yüklenmiştir. Bunlardan 34. maddede devlete, seçimle gelinen meclislerde kadınların eşit temsilini güvence altına almaya çalışma yükümlülüğü getirilmiştir. Ayrıca 46. maddede de devlete kadınların kazanılmış haklarını koruma, destekleme ve geliştirme görevi yüklenmiştir. Bunun yanında, yine bu maddeyle kadınlar için fırsat eşitliği ve seçimle gelinen meclislerde eşit temsil öngörülmüştür. Söz konusu maddenin son fıkrası ise kadınlara yönelik şiddetin engellenmesi için devletin sorumluluğuyla ilgilidir. Görüldüğü üzere, kadın haklarının sağlanması yolunda söz konusu maddeler, birçok Batı devletinden dahi ileri bir düzenleme getirmektedir.[48]

Yeni anayasanın yazım sürecindeki İslamcı – seküler mücadelesine bir diğer örnek, En-Nahdha’nın talebi doğrultusunda, ilk anayasa taslağında bulunan şeriat düzenine yapılan göndermenin, gelen tepkiler ve 25 bin kişinin katıldığı bir gösterinin ardından[49] sonraki taslaklarda yer almamasıdır. Uzun ve yoğun tartışma ve pazarlıklardan sonra En-Nahdha geri adım atmış ve hukuk kurallarının şeriata dayanmasına ilişkin düzenlemeden vazgeçmiştir. Bunun karşılığında ise, yeni Anayasa’da İslam’a yapılan referanslar güçlendirilmiştir.

Ülkenin ve Tunusluların İslam ve Arap dünyasıyla bağları, öncelikle, Başlangıç metninde vurgulanmıştır. Ayrıca devletin dininin İslam olduğuna dair 1959 Anayasası’ndaki düzenlemenin değiştirilmemesine ve hatta bu maddenin değişmez hale getirilmesine karar verilmiştir. Anayasa’nın 74. maddesinin ilk fıkrasına göre de Devlet Başkanı adaylarının İslam dinine mensup olması bir şarttır. Buna karşın, yine değişmezlik kapsamına alınan 2. maddeye göre “Tunus, vatandaşlığa, halkın iradesine ve hukukun üstünlüğüne dayanan sivil bir devlettir.” Dolayısıyla, egemenliğin kaynağı dinsel değil, dünyevîdir. 3. madde bu durumu “Halk egemenliğe sahiptir ve tüm erklerin kaynağıdır” şeklinde ifade etmiştir. Bunlara ek olarak, 6. madde “Devlet dini korur, inanç ve vicdan ile ibadet özgürlüğünü güvence altına alır ve camilerin ve ibadet yerlerinin partizanca araçsallaştırılmasından uzak şekilde tarafsızlıklarını sağlar” ifadesiyle dinin siyasete alet edilmesini de engellemeye çalışmaktadır.[50] Taslak metinde anayasa değişiklik usulünün düzenlendiği bölümde yer alan devletin İslam olan dinine yönelik değişikliklerin kabul edilmeyeceğine yönelik düzenleme[51] ise son aşamada korunmamış ve anayasa değişikliklerinin değişmez maddelere aykırılığının Anayasa Mahkemesi tarafından denetleneceğine dair genel bir hükümle yetinilmiştir.

Tunus’un yeni Anayasası’nı dünyanın gündemine getiren bir diğer unsursa çevreye, doğal kaynakların kullanımına ve ekolojik dengeye atfettiği önemdir. Yeni Anayasa’nın kabul edilmesiyle, Ekvador ve Dominik Cumhuriyeti’nin ardından, iklim değişikliğiyle mücadeleye anayasasında yer veren dünyanın üçüncü ülkesi Tunus olmuştur.[52] Yeni Anayasa’nın 45. maddesi devletin sağlıklı ve dengeli bir çevre hakkını güvence altına almasını ve sağlıklı bir iklim için katkı yapmasını düzenlemektedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise devletin çevre kirliliğinin engellenmesi için gerekli önlemleri alması gerektiği ifade edilmiştir.

Anayasa’nın 12. maddesine göre devlet, doğal kaynakların sağlıklı şekilde kullanılması ve sürdürülebilir bir kalkınmayı amaçlayacaktır. 13. maddeye göre doğal kaynaklar Tunus halkının mülkiyetindedir, devletin doğal kaynaklar üzerindeki egemenliği onun adınadır. Anayasa’nın 44. maddesinde su hakkı tüm vatandaşlara tanınmış ve devlete ve topluma su kaynaklarının korunması ve rasyonel kullanımı görevi verilmiştir.

Tunus Anayasası’nın en önemli ve ilgi çekici düzenlemelerinden biri de sağlık alanındadır. Yeni Anayasa’nın 38. maddesi sağlığın herkesin hakkı olduğunu ifade ettikten sonra devlete, ikinci fıkrasında, tüm vatandaşlar için önleyici sağlık hizmeti ve tedavisi sunma ve sağlık hizmetlerini güvenli ve iyi kalitede yapma görevini yüklemiştir.

SONUÇ

Otoriter bir yönetimi devirmiş olmak elbette ki büyük bir başarıdır. Ancak daha önemli olan, devrilen otoriter yönetimin yarattığı boşluğun nasıl doldurulacağıdır. Özgürlük ve onurlu bir yaşam arzulayan halkın devrimci amacının yerine gelebilmesi için, yeni rejim ve anayasal düzenin demokrasi ve temel hak ve özgürlüklere dayanması ve özgürlükleri güvence altına alması gerekir. Devrim, ancak o zaman tamamlanmış kabul edilmelidir.

Tunus’ta Ben Ali’nin ülkeyi terk etmesinin ardından başlayan yeni anayasa yazım süreci 26 Ocak 2014 tarihinde kabul edilen yeni Anayasa ile mutlu sona ulaşmıştır. Arap Baharı’nı başlatan ülke sıfatını kazanan Tunus, şimdi de despotik bir yönetime karşı patlak veren bir halk ayaklanmasından demokratik bir anayasa çıkartan ülke sıfatını kazanmıştır. Tunus’u Arap dünyasında bir başarı örneğine dönüştüren ve bir ilham kaynağı haline getiren de budur: Yalnızca Arap Baharı’nı başlatması değil, bu Bahar’ı yeni bir anayasa ile demokratik bir düzene ulaşarak sonuçlandırması olmuştur.

Tunus’un yeni Anayasası hem yazım sürecindeki canlı toplumsal diyalog ortamıyla, hem de kabul edilen son metnindeki çağdaş ve evrensel seviyeyle Arap Baharı’nın en önemli kazanımlarından biri haline gelmiştir. Son derece zor şartlar altında ve belirsizlik içinde çalışan Kurucu Meclis, şeffaflığı sayesinde, sürekli sokakta olan ve çalışmalara olumlu veya olumsuz tepki gösteren halkın yönlendirmesinden yararlanabilmiş ve böylece modern ve evrensel değerlerle uyumlu[53] bir anayasa yaratabilmiştir.

Arap Baharı’yla birlikte Tunus’ta ortaya çıkan en önemli dönüşümlerden biri yukarıdan aşağı siyasetin, aşağıdan yukarıya bir siyasete dönüşmesidir.[54] Hak ve özgürlük alanlarında sivil toplumun anayasa yazım sürecine aktif katılımı gerçekleşmiştir. Böylece bir anda, anayasa yazımı, farklı grupların fikirlerini –bazen hararetli bir şekilde- dile getirdiği yeni “aşağıdan yukarıya siyasetin” temel bir parçası haline gelmiştir.[55] Üstelik bu dönüşüm uzun bir süreye yayılmış da değildir. Zaman içinde görülen bir gelişimden ziyade, Arap Baharı ve sonrasında devam eden tartışmalar yeni bir kamusal alanın ve sivil toplumun yükselerek sınırlarını aşmasının göstergesidir.[56]

Yasemin Devrimi sonrasında bir anda ortaya çıkan ancak saman alevi gibi sönen siyasal parti çokluğunun aksine, dernekler ve sivil toplum kuruluşlarının sayısındaki artış kalıcı olmuş ve Tunus’un her yerinde yeşererek daha önce renksiz olan sivil manzarayı zenginleştirmiştir.[57] Aynı şekilde, Ben Ali’nin gidişiyle basın üzerindeki sansürün kalkması da sivil ve demokratik bir toplumun inşa edilebilmesi için gerekli ortamın oluşmasını sağlamıştır.

* Prof.Dr. Feridun Yenisey’e Armağan, Cilt II, Beta, İstanbul, 2014.

[1] AL-ALİ Zaid, BEN ROMDHANE Donia, “Tunisia’s New Constitution: Progress and Challenges to Come”, Open Democracy, http://www.opendemocracy.net/arab-awakening/zaid-al-ali-donia-ben-romdhane/tunisia%E2%80%99s-new-constitution-progress-and-challenges-to- (24.04.2014 tarihinde ziyaret edildi.)

[2] Bu ülkeler yabancı makalelerde kısaca MENA (Middle East and North Africa) olarak adlandırılmaktadır. Biz Türkçe’de söz konusu ülkelerin ODKA olarak kısaltılmasını öneriyoruz.

[3] SADEK George, “The Role of Islamic Law in Tunisia’s Constitution and Legislation Post-Arab Spring”, http://www.loc.gov/law/help/tunisia.php (05.05.2014 tarihinde ziyaret edildi.)

[4] REDİSSİ Hamadi, “The Decline of Political Islam’s Legitimacy: The Tunisian Case”, Philosophy and Social Criticism, 2014, DOI: 10.1177/0191453714527286, s. 2.

[5] REDİSSİ, “The Decline of…”, s. 3.

[6] Gerçek adının Tarek olduğu iddia edilmektedir. Bknz: SAİDANİ Mounir, “Revolution and Counter Revolution in Tunisia: The Forty Days That Shook the Country”, Boundary 2, 2012, vol. 39, no. 1, s. 43.

[7] ZEMNİ Sami, “The Extraordinary Politics of theTunisian Revolution: The Process of Constitution-Making”, Mediterranean Politics, 2014, DOI: 10.1080/13629395.2013.874108, s. 3.

[8] SAİDANİ, “Revolution and…”, s. 45.

[9] ZEMNİ, “The Extraordinary…”, s. 2.

[10] KOEHLER Kevin, WARKOTSCH Jana, “Tunisia Between Democratization and Institutionalizing Uncertainty”, in Elections and Democratization in the Middle East: The Tenacious Search for Freedom, Justice and Dignity, editör: HAMAD Mahmoud, AL-ANANİ Khalil, PalgraveMacmillan, New York, 2014, s. 14.

[11] BEN ACHOUR Yadh, “La Transition Démocratique en Tunisie”, Anayasa Hukuku Dergisi, Cilt: 1, Sayı:2, 2012, s. 30.

[12] ZEMNİ, “The Extraordinary…”, s. 4.

[13] Ancak daha sonra bu durumun sürdürülemez olduğu anlaşılmış ve yeni bir anayasa yazımının kaçınılmaz olduğu görülmüştür.

[14] Ancak bu hükûmetin bir başarı olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira kendilerine sorulmadan bakanlığa atanan bazı üyeler daha henüz göreve başlamadan istifa etmiştir. Bknz: ZEMNİ, “The Extraordinary…”, s. 4.

[15] AL-ALİ, BEN ROMDHANE, “Tunisia’s New…”.

[16] SAİDANİ, “Revolution and…”, s. 53.

[17] BEN ACHOUR, “La Transition…”, s. 33.

[18] REDİSSİ, “The Decline of…”, s. 2.

[19] BEN ACHOUR, “La Transition…”, s. 33.

[20] ZEMNİ, “The Extraordinary…”, s. 4-5.

[21] GADDES Chawki, “Réflexions Conclusives à propos de Transition Démocratique et Constitutionnelle en Tunisie”, Anayasa Hukuku Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, 2012, s. 286.

[22] Tunus’ta 2008’de görülen toplumsal hareketlerin bir halk ayaklanmasına dönüşememesinin en büyük nedeninin o tarihte sosyal ağların yeterli yaygınlıkta olmaması olarak gösterilmektedir. 11 milyon nüfusu bulunan Tunus’ta 2008’de 28 bin kişi olan Facebook kullanıcısı sayısı 2011’de 3 milyonu aşmıştır. Bknz: GADDES, “Réflexions Conclusives…”, s. 297.

[23] GADDES, “Réflexions Conclusives…”, s. 294.

[24] CHARRAD Mounira M., ZARRUGH Amina, “Equal or Complementory? Women in the New Tunisian Constitution after the Arab Spring”, The Journal of North African Studies, 19:2, DOI: 10.1080/13629387.2013.857276, s. 232. Ne var ki, söz konusu siyasal partilerin bir çoğu ilk seçimlerden sonra ya kendilerini feshetmiş ya da kendi aralarında birleşerek siyaset sahnesinden çekilmiştir. Geriye ancak on kadar siyasal oluşum kalabilmiştir. Bknz: GADDES, “Réflexions Conclusives…”, s. 288.

[25] ZEMNİ, “The Extraordinary…”, s. 3.

[26] ZEMNİ, “The Extraordinary…”, s. 6.

[27] GADDES, “Réflexions Conclusives…”, s. 273.

[28] ZEMNİ, “The Extraordinary…”, s. 9.

[29] ZEMNİ, “The Extraordinary…”, ss. 10-11.

[30] AL-ALİ, BEN ROMDHANE, “Tunisia’s New…”.

[31] ZEMNİ, “The Extraordinary…”, s. 12.

[32] GADDES, “Réflexions Conclusives…”, s. 278.

[33] REDİSSİ, “The Decline of…”, s. 4.

[34] GERGES Fawaz A., “TheIslamist Moment: From Islamic State to Civil Islam?”, Political Science Quarterly, Vol. 128, Issue 3, s. 389.

[35] BEN ACHOUR, “La Transition…”, s. 34.

[36]http://news.harvard.edu/gazette/story/2012/09/a-warning-from-inside-tunisia/ (2.5.2014 tarihinde ziyaret edildi.)

[37] Söz konusu komisyonlar şunlardır: 1) Başlangıç, temel ilkeler ve anayasa değişikliği 2) Haklar ve özgürlükler 3) Yasama ve yürütme erkleri ve birbirleriyle ilişkileri 4) Yargısal, idarî, malî ve anayasal yargı 5) Bağımsız anayasal kurumlar 6) Yerel ve bölgesel topluluklar

[38] MOUSSA Fadhel, “La Rédaction de la Constitution par l’Assemblée Nationale Constituante de Tunisie”, Anayasa Hukuku Dergisi, Cilt:1, Sayı: 2, 2012, s. 79.

[39] MOUSSA, “La Rédaction…”, s. 82.

[40] MOUSSA, “La Rédaction…”, s. 81.

[41] MOUSSA, “La Rédaction…”, s. 82.

[42]GADDES, “Réflexions Conclusives…”, s. 285.

[43] BEN ACHOUR, “La Transition…”, s. 34.

[44] Arapça metinde kullanılan kelime “yetekaamul”dur. Kelimenin bir anlamı “birbiriyle bütünleşmiş” olsa da genelde “tamamlayıcı” anlamında kullanılmaktadır. Tartışma için bknz: CHARRAD, ZARRUGH, “Equal or…”, s. 235.

[45] GADDES, “Réflexions Conclusives…”, s. 285.

[46]Tamamlayacılık.

[47] Tunus’ta yeni anayasa taslağının açıklanmasının ardından yaşanan tartışmaların ayrıntıları için bknz: CHARRAD, ZARRUGH, “Equal or…”, ss. 234-240.

[48] SKHIRI Héla, Birleşmiş Milletler Kadın Örgütü Tunus Ulusal Program görevlisi, http://www.unwomen.org/en/news/stories/2014/2/tunisias-new-constitution (05.05.2014 tarihinde ziyaret edildi.) Söz konusu anayasal düzenlemeler kağıt üzerinde de kalmamış ve bunların bir gereği olarak, 1 Mayıs 2014 tarihinde kabul edilen yeni seçim kanununda siyasal partilere seçim listelerinde kadın-erkek eşitliğini sağlama zorunluluğu getirilmiştir. Bknz: http://www.bbc.com/news/world-africa-27246282 (04.05.2014 tarihinde ziyaret edildi.)

[49]http://news.harvard.edu/gazette/story/2012/09/a-warning-from-inside-tunisia/ (2.5.014 tarihinde ziyaret edildi.)

[50] Yeni Anayasa’nın 6. maddesi, müphem ifadeler içermesi nedeniyle otoriter yönetimler elinde bir baskı aracına dönüşebilme ihtimali nedeniyle eleştirilmiştir. Bknz: GUELLALI Amna, “The Problem with Tunisia’s New Constitution”, World Policy Journal, http://www.worldpolicy.org/blog/2014/02/03/problem-tunisia%E2%80%99s-new-constitution  (05.05.2014 tarihinde ziyaret edilmiştir.)

[51] SADEK, “The Role of…”.

[52] http://www.outsideonline.com/news-from-the-field/Tunisia-Writes-Climate-Change-into-Constitution.html (05.05.2014 tarihinde ziyaret edildi.)

[53] Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel BARROSO’nun yaptığı açıklamadan. Bknz: http://www.enpi-info.eu/medportal/news/latest/36120/Tunisia:-Barroso-praises-new-constitution-and-reaffirms-EU-support (05.05.2014 tarihinde ziyaret edildi.)

[54] CHARRAD, ZARRUGH, “Equal or…”, s. 231.

[55] CHARRAD, ZARRUGH, “Equal or…”, s. 232.

[56] CHARRAD, ZARRUGH, “Equal or…”, s. 232.

[57] GADDES, “RéflexionsConclusives…”, s. 291.

Yorum yazmak ister misiniz?

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bu blog'u takip etmek için mail adresinizi yazınız

Diğer 17.411 aboneye katılın

Twitter’dan

En son yayınlananlar

%d blogcu bunu beğendi: