Gördüklerim, duyduklarım, düşündüklerim…

İmamoğlu’na inen hukuk sopası

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na karşı açılan soruşturma, 2010 Anayasa değişikliğiyle başlayan ve doğrudan yargı bağımsızlığını hedef alan sürecin son halkası. Bu süreçte önce yürütmenin yargı üzerindeki etkisi artırıldı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise yargı, bağımsızlığını tamamen kaybetti ve denetleyici bir kuvvet olmaktan çıkıp yürütmenin elindeki bir sopaya dönüştü.

(Bu yazı ilk olarak Aposto‘da yayınlanmıştır.)

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yürütülen bir soruşturma kapsamında gözaltına alınması ülkenin geniş bir kesiminde şok etkisi yarattı. Bunun nedeni, her ne kadar İmamoğlu’nun bir Cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya çıkmasıyla üzerindeki baskıların artacağını öngörsek de bu kadar erken ve sert bir muameleyle karşılaşacağını tahmin etmiyor oluşumuz. 

Tabii bu durum dahi başlı başına bir sorun: Erdoğan karşısında kazanma ihtimali olan bir adayın ortaya çıkması hâlinde bir şekilde baskılara maruz kalacağını biliyorduk ve bunu artık normalleştirmiştik. Ülkenin otoriterleştiğini peşinen kabul etmiş durumdayız; bizi şoke eden, darbenin bu kadar sert ve beklenmedik bir zamanda gelmesi oldu.

Süreç 2010 Anayasa değişikliğiyle başladı

İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına neden olan soruşturmanın ayrıntılarını henüz bilmiyoruz ama bunun çok da önemsendiğini söyleyemem. Çoğumuz İmamoğlu’nun siyasal nedenlerle gözaltına alındığını (ve muhtemelen tutuklanacağını) düşünüyoruz. Bunda da haksız sayılmayız. Zira uzun yıllardır yargı bağımsızlığı ortadan kaldırıldı ve hukuk, siyasal amaçlar uğruna araçsallaştırıldı. Adeta yürütmenin elindeki bir sopaya dönüştürüldü.

Hukukun bu şekilde araçsallaştırılabilmesini sağlayan, 2010 Anayasa değişikliğiyle başlayan ve doğrudan yargı bağımsızlığını hedef alan süreç oldu. Önce Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısındaki ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısındaki değişikliklerle yürütmenin yargı üzerindeki etkisi artırıldı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise Anayasa Mahkemesi’nin iki üyesinin tutuklanmasına ek olarak, Yargıtay ve Danıştay’ın tüm üyeleri görevden alındı ve yerlerine iktidara yakın hâkimler atandı. Böylece yargı, bağımsızlığını tamamen kaybetti ve denetleyici bir kuvvet olmaktan çıkıp yürütmenin elindeki bir sopaya dönüştü.

Türkiye gerçekten bir hukuk devleti mi?

İşte bugün İmamoğlu’na yönelik operasyona ilişkin hukuksal iddialara inanmayışımızın nedeni bu. Bu algıyı engellemek veya değiştirmek için Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve MHP lideri Devlet Bahçeli art arda açıklamalarda bulundu. Böylece, İmamoğlu’nun Erdoğan’ın rakibi olmasına bağlı siyasal nedenlerle değil de kriminal nedenlerle gözaltına alındığı izlenimini yaratmak istiyorlar.

Tunç, açıklamasında “Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir. Anayasamızın 9. maddesi açıktır. Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Hukukun üstünlüğü esastır. Kanunlar karşısında herkes eşittir; hiç kimseye ve zümreye ayrıcalık tanınamaz. Anayasa’mızın 138. maddesine göre; mahkemeler bağımsızdır. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” dedi. 

Bahçeli ise “Adalet ve hukuka karşı çıkılması, değilse bile tartışmaya açılması asayişsizlik ve şiddet ortamına davetiyedir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında yapılan adli tasarrufu sabır ve sağduyu ile karşılamak, hukukun vereceği her türlü karara saygıyla yaklaşmak ortak sorumluluk olmalıdır” açıklamasını yaptı.

Uygulanmayan Anayasa Mahkemesi kararları

Sayın Tunç ve Bahçeli’nin söyledikleri teoride doğru olsa da hepimiz çok iyi biliyoruz ki pratikte gerçeği yansıtmıyor. Bunu onlar da çok iyi biliyor. Yoksa Anayasa Mahkemesi’nin Şahin Alpay ve Enis Berberoğlu kararları alt mahkemelerce uygulanmadığında tepki göstermemelerini nasıl açıklarız? 

Anayasa’nın 153. maddesinin 6. fıkrası “Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar” derken Can Atalay kararı hâlâ uygulanmıyor. Anayasa’nın açık hükmünü ihlal ederek bu kararı uygulamayan hâkimlere, başkanı Sayın Tunç olan Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından herhangi bir yaptırım uygulanmadı, uygulanmıyor. 

O zaman sormak gerekiyor: Bu nasıl hukuk devleti Sayın Tunç?

Uygulanmayan Anayasa maddeleri

Benzer şekilde Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’a ilişkin İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları, hem İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin bir imzacısı olduğumuz için hem de Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası gereğince derhal uygulanmalıydı. Ama bu kişiler senelerdir siyasal bir rehine olarak hapiste tutuluyor. Bu bana hiç “hukukun üstünlüğünün olduğu bir devlet” gibi görünmüyor. 

  • Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş kararının hemen öncesinde Erdoğan’ın “Biz de kendi hamlemizi yaparız” sözünü ve hemen ardından Demirtaş’ı hükümlü hâle getiren kararın çıktığını unutmadık. 

Gerçekten Sayın Tunç’un dediği gibi Türkiye’de “hiçbir organ, makam veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat vermemekte” mi? Demirtaş’ın başına gelenler, tam da Öcalan’la görüşmeler sırasında Ümit Özdağ’ın yıllar önceki bir olaydaki sözleri nedeniyle tutuklanması ve bugün güçlü bir Cumhurbaşkanı adayı hâline gelmesiyle birlikte İmamoğlu’nun başına gelenler bunun aksini gösteriyor gibi sanki. 

Gezi’yi kimse örgütlemedi

Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Çiğdem Mater gibi isimlerin, ülkede doğaya ve haklara yönelik baskılara tepki olarak tamamen kendiliğinden gelişen bir sivil haklar hareketi olan Gezi Direnişi’ni organize ettikleri gerekçesiyle, somut herhangi bir delile dayanmaksızın tutuklanması, çıplak aramaya maruz bırakılması ve yıllarca hapiste tutulması, kusura bakmayın ama, bende yargının bağımsız olduğu değil, bilakis, her türlü hak mücadelesinin ve muhalefetin düşmanlaştırılması için bir araç olarak kullanıldığı izlenimi doğuruyor.  

En son, Ayşe Barım gibi apolitik, etliye sütlüye karışmayan ve hatta birlikte çalıştığı sanatçılara Gezi’ye katılmamayı tavsiye eden birini bile, olaydan 12 sene sonra organizatörmüş gibi tutukladıktan sonra, söylenen herhangi bir şeye inanmamız nasıl bekleniyor? Şimdi de toplumun neredeyse her kesiminin güvenerek takip ettiği gazeteci İsmail Saymaz’a, yine hiçbir somut delil olmaksızın aynı hukuk sopası indirilmeye çalışılıyor. O zaman dediklerine nasıl güvenelim?

Bahçeli’nin sözleriyse kendiyle çelişiyor. Daha geçen aylarda HDP’nin kapatılma davasında Anayasa Mahkemesi’ne demediğini bırakmayan ve hatta kapatılmasını savunan, verdiği Can Atalay kararının ardından Mahkeme’yi “Türkiye aleyhine periyodik kararlar almakla” suçlayan bir kişinin bugün, adalet ve hukuka karşı çıkılmasının şiddete davet olduğunu savunması, artık hiç inandırıcı değil. 

Siz hukukun verdiği her karara saygıyla yaklaştınız mı Sayın Bahçeli ki bugün saygı bekliyorsunuz?

İmamoğlu güçlü bir Cumhurbaşkanı adayı olduğu için gözaltında

İşte bu nedenlerle, bugün İmamoğlu ve çalışma arkadaşları ile ilgili iddia ve gözaltıların bağımsız bir yargı tarafından verildiğine inanmamız zor. Bilakis, İmamoğlu’nun samimiyeti, gençliği, azmi, toplumun her kesimiyle iletişim kurabilmesi, sokağa çıktığında sevgi seliyle karşılaşması, İstanbul gibi bir mega kenti layıkıyla yönetebildiği için toplumda Türkiye’yi de yönetebileceğine dair bir algı yaratabilmesi ve nihayetinde, güçlü bir Cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya çıkması nedeniyle gözaltına alındığına ve muhtemelen tutuklanacağına inanıyoruz. 

Adalet olmadan refah ve huzur olmaz

Bir ülkede toplumun mutluluğu ve refahı ancak demokrasinin temel kurallarına, anayasanın ve hukukun üstünlüğüne, hak ve özgürlüklere saygıyla ve adaletin tesis edilmesiyle mümkün olabilir. İktidarın bunlara saygı duymadığı bir ülkede ne siyasal ve ekonomik istikrar sağlanabilir ne de toplumda huzur olur. 

OECD’nin yayınladığı Yargıya Güven Endeksi’nde 38 OECD ülkesi arasında 36. sıradayız. 2022 yılında toplumun yalnızca %33’ü yargıya güvenirken bugün bu oran %20’lere düşmüş durumda. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan 2024 Dünya Mutluluk Endeksi’ndeyse 143 ülke arasında 94. sıradayız. 

  • Bu ikisi arasında doğrudan bir bağlantı bulunmakta. Huzursuz ve üzgünüz çünkü ne yazık ki yargı yürütmenin sopası hâline getirilmiş durumda, demokrasinin en temel kuralları yok sayılmakta ve her türlü hak mücadelesi suç olarak algılanmakta.

Bugün Türkiye ne bir hukuk devleti ne de demokrasi. Yargı bağımsız değil. Anayasa ve kanunlar herkese eşit şekilde uygulanmıyor. Hiçbir anayasal hak ve özgürlüğümüz güvence altında değil. Ekonomik sıkıntılarla boğuşuyoruz, geleceğimizi göremiyoruz ve huzurlu değiliz. Ve bugün İmamoğlu’na yaşatılanlar ülkemizdeki bu durumu daha iyiye değil, daha kötüye götürüyor. 

Yorum yazmak ister misiniz?

Bu blog'u takip etmek için mail adresinizi yazınız

Diğer 855 aboneye katılın

Twitter’dan