Osman Kavala’dan Can Atalay’a, Boğaziçi’nden Onur Yürüyüşü’ne, sokak hayvanlarından Instagram yasaklarına Türkiye’de artık o kadar çok şey hukuka aykırı ki iktidarın keyfî yönetimi normalleşti. Bu durum değişebilir, ama önce bizim, hak ve özgürlükleri “bizden/onlardan” ayrımı yapmadan, hukukun ve anayasanın üstünlüğüne saygı için savunmayı öğrenmemiz gerekiyor.
(Bu yazı önce Aposto‘da yayınlanmıştır.)
Instagram’a getirilen erişim yasağı toplumun çeşitli kesimlerinden farklı tepkiler aldı. Bunun başlıca nedeni elbette geniş kesimlerin çok çeşitli amaçlarla bu platformu kullanması. Buna karşın, genel olarak, ülkenin genelinde “Artık hiçbir şeye şaşırmıyorum” havası da hâkim.
Zamanında “Pornoma Dokunma” yazısıyla İstiklal’de yürüyen kalabalıkların olduğu bir ülkede, çok daha hukuksuz bir yasağa tepki X’te #InstagramıGeriVer etiketinden öteye gitmedi. Zaten hukuka aykırı yasaklara alıştık. Instagram, şu anda Türkiye’de erişime engellenmiş 1 milyon siteden sadece biri. Hem de zaten VPN’le bu sayfalara girmeyi öğrendik. Dolayısıyla çok da sorun etmiyoruz.
Bu sadece kendi özgürlüklerimiz için değil, ironik şekilde devletin varlığı için de son derece önemli. Nedenini anlatmaya çalışayım.
Devlet denilen kavramın ne olduğuna dair tartışmalar yüzlerce yıldan beri devam ediyor. Herkesin üzerine uzlaştığı tek bir devlet tanımının olmaması çok doğal çünkü tüm bu yüzyıllar içerisinde devletin içerik ve kapsamı hep değişti. Bugün devlet dediğimiz yapılar aslında “modern devlet” ve 16-17. yüzyıldan itibaren ortaya çıktı.
Buna karşın, 16. yüzyıl öncesindeki yapılar, örneğin Osmanlı İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu ve hatta Antik Atina da kendi dönemleri için “devlet” olarak kabul ediliyordu. Onlar da devletti ancak bugünküler gibi “modern” değillerdi. Antik Atina’da görülen doğrudan demokrasi ve diğer bazı istisnalar dışında modern devlet öncesindeki devlet biçimlerinde genellikle monarşi hâkimdi.
Monarşilerde devletin monarkla oldukça güçlü kişisel bir bağı bulunur. Hatta devletle monark özdeşleşmiştir. Fransa Kralı 14. Louis’ye atfedilen “Devlet benim” lafı bu durumu güzel özetler.
Tabii burada küçük bir biyolojik sorun var: İnsanın ömrü sınırlı olduğu için monarkın ölümüyle birlikte devlet de son bulur. Yeni monarkla yeni bir devlet ortaya çıkar. O devlette geçerli olan hukuk kurallarının da akıbeti de aynı olur. Her monarkla yeni bir hukuksal düzen kurulur ve bu yenisi, eskisine göre daha adil veya adaletsiz olabilir.
Bu durum, tarihin belli bir aşamasına kadar sorun olarak görülmemesinin yanında, normal ve doğal karşılanıyordu. Kuralların durmadan değişmesi ve tamamen keyfî olması, bazen haksız olabileceği ve buna rağmen asla sorgulanamaz olduğu baştan kabul edilmişti. Yoksa günümüze bir saygı ifadesi olarak kalan ama aslında Padişah’ın haksız kararı karşısında insanın kendi hayatını savunabilme kapasitesinin dahi olmadığını gösteren “Boynum kıldan incedir” lafı başka nasıl yorumlanabilir?
Monarkın iradesinin mutlak ve sınırsız kabul edilmesi, tarihin belli bir aşamasında değişti. O an burjuvazinin ortaya çıkış anıydı. Şehirlerde ticaretle zenginleşen kesim hem malı-mülkünü güvenceye almak hem de babadan oğula geçen iktidar sistemini yıkmak için kendi hakları ve aristokrasiyle eşitliği için mücadele vermeye başladı (Sıradan vatandaşlar haklarını ve eşitliği burjuvazi sayesinde değil, ona karşı direnerek söke söke aldı ama bu başka bir yazının konusu).
Bu mücadele İngiltere’de zamana yayılan bir süreçte meyvelerini vermeye başladı, Fransa’da ise bir devrime ihtiyaç duyuldu. Ancak en sonunda, tüm dünyada devletin ve hukukun sürekliliğine, ihlal edilemez hak ve özgürlüklere dayanan yeni düzene göre şekillenmiş modern bir devlet yapılanması ortaya çıktı.
Bu ilkelerden hukuk devleti, hiç kimsenin kuralların üzerinde olmadığı ve yöneticiler dahil herkesin kurallara uyduğu bir yönetim şeklini anlatır. Kuvvetler ayrılığı ise yasama, yürütme ve yargı organlarının kendi yetkilerini kötüye kullanamayacağına, eğer bir organ bunu yapmaya çalışırsa, diğer organların onu durduracağına işaret eder. Son olarak temel hak ve özgürlüklerse, vatandaşların devletin hiçbir şekilde ihlal edemeyeceği bir koruma alanına sahip olmasını sağlar.
Peki devlet kavramına dair tüm bu “Anayasa Hukuku 101” dersi bilgilerinin Instagram yasağıyla nasıl bir bağlantısı var? Türkiye’de uzun yıllardır anayasanın üstünlüğü terk edilmiş durumda.
Örneğin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı anayasal bir hak olmasına rağmen vatandaşlar arasında ayrım yapılıyor, örneğin LGBTİ+ bireyler tarafından kullanılamıyor. Onur Yürüyüşü yasakları tamamen keyfî ve Anayasa’ya aykırı. Bu durum çeşitli mahkemeler tarafından ortaya da kondu. Ancak her defasında hukuk değil, iktidarın kendi ahlak anlayışını dayatma iradesi baskın geliyor.
Benzer şekilde, Osman Kavala’yı tanır veya tanımazsınız, tanıyorsanız da beğenir veya beğenmezsiniz ama yıllardan beri hukuka tamamen aykırı şekilde hapiste tutulmasına karşı olmanız gerekir. Çünkü Kavala’yla ilgili İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin “tutukluluğunun haklarını ihlal ettiği ve derhal serbest bırakılması ve hatta beraat ettirilmesi” gerektiğine yönelik kararı var. Hem İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ni imzaladığımız için hem de Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası gereğince İHAM kararlarını uygulamak zorundayız. Dolayısıyla hem ulusal hem de uluslararası hukukun gereği Kavala’nın beraat etmesi ve salınması.
Ancak iktidarın keyfi yıllardır hukukun gereğinin yapılmasını engelliyor. Olay artık sadece Kavala meselesi değil, hukukun üstünlüğü meselesi. O yüzden, Kavala’yı önemsemiyorsanız da hukukun gereğinin yapılmamasını önemsemelisiniz.
Benzer bir durum Can Atalay için geçerli. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının uygulanmadığı, hukuka aykırı Yargıtay kararlarına dayanarak Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü. Yani hukukun değil, iktidarın dediği oldu.
Belki solcu değilsiniz ve hatta Türkiye İşçi Partisi’ni de radikal buluyorsunuz. Ama mesele artık Can Atalay değil, bu devletin en üst mahkemesinin kararının Anayasa’nın açık hükmüne rağmen bağlayıcı olmaktan çıkması. Anayasa’nın bir maddesi eğer fiilen yürürlükten kalkıyorsa, bu aslında diğer maddelerinin de keyfî şekilde uygulanmayabileceği anlamına geliyor. O yüzden destekleyip desteklemediğinizden bağımsız olarak bu krizi önemsemeli ve Atalay’ın yanında olmalıydınız.
Bu örnekler elbette artırılabilir. Göçmenlere yönelik saldırılardan sokakta yaşayan hayvanların katliamına, Boğaziçi Üniversitesi’ne çökülmesinden iktidara yakın zenginlerin vergi borçlarının silinmesine Türkiye’de artık o kadar çok şey hukuka aykırı ki iktidarın keyfî yönetimi normalleşti.
Ancak keyfiyetin normal olduğu dönemin aslında çok geride kalması gerekiyordu. Cumhuriyet devrimleriyle kurulmaya çalışılan modern devlette padişahın keyfî iradesinin yerini hukukun ve anayasanın üstünlüğü almalıydı. Ancak bugün bundan çok uzağız.
Başkalarına yapılan haksızlıklara sessiz kaldığımız her gün çemberin daha da daraldığını göreceğiz. “Ben siyasetle ilgilenmiyorum, bana bir şey olmaz” demeyin. Kuralların değil, kişilerin iradesinin üstün olduğu yerde bir kurallar bütünü olarak devlet ortadan kalkar ve herkes iktidarın keyfiyetiyle baş başa kalır. Artık anayasadaki hak ve özgürlük güvencelerinin hiçbiri gerçek anlamda yürürlükte değildir.
Örneğin bugün Instagram’ın kapatılmasında bir gerekçe dahi gösterilmiyor. “Katalog suçlar” ve “toplumsal yapımıza aykırı içerikler” gibi ne olduğu belli olmayan, tamamen hukuka aykırı, keyfî gerekçelerle en temel haklarımızdan biri olan ifade özgürlüğü ihlal edilebiliyor. Bu duruma da sessiz kalmak ve VPN’le girip bu keyfî yasağı “sorun etmemek” tabii ki sizin tercihiniz.
Kavala’nın hapiste tutulmasına yeterince büyük bir kitlesel tepki gösterip iktidarı anayasanın üstünlüğüne saygıya zorlayabilseydik, bugün Instagram açık, Can Atalay Meclis’te olurdu. Siz de hak ve özgürlüklerinizin ihlal edilmediği, diğer herkesle eşit muamele gördüğünüz, onurunuza saygı duyulan ve geleceği öngörebildiğiniz bir devlette yaşıyor olurdunuz.
Bunların hepsi bir gün gerçekleşebilir. Ama bunun için önce bizim, hak ve özgürlükleri “bizden/onlardan” ayrımı yapmadan, hukukun ve anayasanın üstünlüğüne saygı için savunmayı öğrenmemiz ve kime karşı olursa olsun iktidarın keyfî kararlarına sessiz kalmamayı tercih etmemiz gerekiyor.