2001’de Anayasa’ya uygun şekilde yürürlüğe giren yurt dışı çıkış harcı düzenlemesi, yalnızca beş ay sonra Anayasa’da yapılan değişiklikle dayanağı bulunmayan bir hak sınırlamasına dönüştü. Ancak kanun değiştirilmedi. Bugün bu harcın 1.500 TL’ye çıkarılması gündemdeyken, konuşulması gereken meblağ değil, uygulamanın Anayasa’ya aykırılığı.
(Bu yazı önce Aposto‘da yayınlanmıştır.)
Hukuk fakültelerindeki Anayasa Hukuku derslerinin genelde ilk haftalarında öğretilen temel bir bilgi şudur: Bir devlette tüm hukuksal düzenlemelerin kaynağının anayasa olması gerekir.
Eğer bu kurala uyuluyorsa, orası anayasal bir hukuk devletidir. Eğer uyulmuyorsa, orada anayasanın üstünlüğünden ve hukuk devletinden bahsedilemez. Bu, her şeyin anayasada yazması gerektiği anlamına gelmez. Ama meclisin kanunları anayasadaki yasak ve izinlere uyarak yapması, idarenin de hazırladığı yönetmelik ve karar gibi işlemlerde kanunlara uyması gerektiği anlamına gelir.
Bu anayasallık testini çevrenizdeki her şeye uygulayabilirsiniz. Mutfağınıza giren gıdanın güvenliğinden arabaların nerelere park edildiğine, evinizin depreme dayanıklı olup olmamasından temel hak ve özgürlüklerinizi sorunsuz şekilde kullanıp kullanamadığınıza kadar her şeyi bu teste sokup anayasaya uygun olup olmadığını tespit edebilirsiniz. Bu noktada unutmamak gerekir ki hak ve özgürlüklerimiz dahil hiçbir şey sınırsız değildir. Her şey düzenlenebilir ve sınırlanabilir. Ancak bu düzenleme ve sınırlamaların da anayasaya uygun olması, bir başka deyişle, anayasal dayanaklarının olması gerekir.
Bilindiği üzere, Türkiye’de bu anayasallık testini etrafınızdaki her şeye uyguladığınızda “anayasanın üstünlüğüne saygılı bir hukuk devleti olma” sınavından aldığımız not pek yüksek değil. Notun düşük gelme nedenlerinden biri de yurt dışı çıkış harcı adı verilen uygulama. Yakın bir zamanda artırılacağı söylenen bu harcın neden Anayasa’ya aykırı bir hak sınırlaması olduğunu anlayabilmek için biraz geriye gitmek gerekiyor.
1982 Anayasası ilk yapıldığında, Yerleşme ve Seyahat Hürriyeti başlıklı 23. maddesi, yurt dışına çıkacak bir vatandaşın seyahat hürriyetinin suç soruşturması ve kovuşturmasının yanında bir nedenle daha sınırlanabileceğini söylüyordu: Ülkenin ekonomik durumu.
Oldukça geniş şekilde yorumlanabilecek bu sınırlama nedenine dayanılarak yapılan ilk harç düzenlemelerindeki mantık şuydu: Eğer bir kişi yurt dışına çıkabiliyorsa zengindir, dolayısıyla sosyal politikaları finanse etmek için alacağımız küçük bir meblağ onu rahatsız etmez. Bir nevi “zenginden alıp fakire verme” politikası. Nitekim 2001 yılında yaşanan ekonomik krizin hemen ardından dönemin Ecevit hükümeti, “Yurt Dışına Çıkışlarda Harç Alınması (…) Hakkında Kanun” başlıklı bir düzenlemeyi Haziran ayının sonunda Meclis’ten geçirdi. Bu kanunun ilk maddesine göre yurt dışına çıkanlardan “50 ABD Doları karşılığı Türk Lirası” alınacaktı. Seyahat hürriyetine yönelik bariz bir sınırlama içeren bu kanun, bu sınırlamaya açıkça izin veren Anayasa’nın 23. maddesine dayanıyordu. Bir başka deyişle sınırlama, Anayasa’ya ve hukuk devleti ilkesine uygundu.
Ancak aynı yılın sonunda, Ekim ayında, Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi doğrultusunda Anayasa’da çok önemli değişiklikler yapıldı. Bu değişikliklerden biri de 23. maddedeki bu “ülkenin ekonomik durumu” ibaresinin çıkarılmasıydı. Maddenin bugün de geçerli olan yeni hali şu şekilde:
“Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.”
Buradaki önemli kelime, “ancak.” Neden? Çünkü bu, Anayasa’nın, vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyetini sınırlayacak düzenlemeleri “sınırlı sayıda” (hukuk diliyle söylersek numerus clausus) yazdığı anlamına geliyor. Yani 2001 değişikliğiyle Anayasa, “suç soruşturması ve kovuşturması dışında başka hiçbir nedenle vatandaşın yurt dışına çıkış özgürlüğünü sınırlayamazsın” emrini verir hâle geldi. Böylece, Anayasa’ya uygun şekilde yürürlüğe giren yurt dışı çıkış harcı düzenlemesi, yalnızca beş ay sonra Anayasa’da dayanağı bulunmayan bir hak sınırlamasına dönüştü.
Anayasanın üstünlüğüne dayalı bir hukuk devletinde bu durumda ne yapılması gerekir? Değişikliklerin ardından anayasaya aykırı hâle gelen tüm düzenlemelerin hukuk sisteminden çıkarılması veya anayasanın yeni hâline uygun hâle getirilmesi gerekir. Bunu yapması gereken kurum meclistir.
Peki yurt dışı çıkış harcını düzenleyen kanun TBMM tarafından kaldırıldı mı? Hayır.
Neden? Çünkü özellikle uçakların daha ucuz bir ulaşım aracı hâline gelmesi ve pasaport sahiplerinin sayısının artmasıyla buradan gelen para gittikçe büyüdü ve iktidarlar, her ne kadar hukuk aykırı olsa da bu geliri kaybetmek istemedi.
Peki bu kanunu ortadan kaldırmanın TBMM dışında başka bir yolu yok mu? Var: İtiraz yolu.
Anayasa hukukunda itiraz yolu, bir kişinin, tarafı olduğu bir davada, sorunun çözümü için uygulanacak normun anayasaya aykırı olduğunu iddia ederek hâkimden iddiasını Anayasa Mahkemesi’ne taşımasının talep etmesidir. Göründüğü kadar karışık değil. Üstelik tüm vatandaşların başvurabileceği bir yol. Dört kriteri var:
2009 yılında, yurt dışı çıkış harcını düzenleyen kanunun defalarca değiştirilmesine rağmen bir türlü iptal edilmemesi üzerine, Anayasa’ya aykırı bir kanunla devletin her yıl oldukça büyük bir miktar geliri hukuka aykırı şekilde elde etmesini kendime dert edindiğimden ve yaşadığım ülkenin bir hukuk devleti olması için vatandaş olarak benim de üzerime düşen görevi yerine getirmem gerektiği bilincine sahip bir anayasa hukukçusu olarak, bu yolu bizzat kullanmaya karar verdim.
Tabii önce ilk kriteri yerine getirmem ve mahkemede görülmekte olan bir dava yaratmam gerekiyordu. Ben de önce İstanbul Valiliği’ne dilekçe yazarak “Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan çıkarken verdiğim 15 TL’nin Anayasa’nın 23. maddesine aykırı olması nedeniyle iadesini” talep ettim. Valilik, beklediğim üzere, “harcın kanuna uygun olarak alındığı ve ödemenin iade edilmeyeceği” cevabını verdi. Doğru, harç kanuna uygun olarak alınmıştı da kanun Anayasa’ya aykırıydı. Ama benim istediğim de paramın iade edilmesi değil, bu resmî ret cevabıydı zaten.
Hemen Valiliğin bu ret işleminin iptali için İstanbul 6. Vergi Mahkemesi’nde dava açtım (hâlâ hatırlıyorum, 15 TL’nin iadesi için açtığım davanın harcı 106 TL idi). Dava dilekçemde, üzerine basarak “anayasa hukukçusu bir akademisyen olduğumu” ve davayı anayasanın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesi adına, anayasaya aykırı bu durum giderilsin diye açtığımı vurguladım. Ne var ki hâkim, hiçbir gerekçe belirtmeden iddiamı ciddi bulmadı ve itiraz yolunu çalıştırmadı.
Bunun üzerine, bu karara karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz ettim. Yine aynı şekilde, harcın Anayasa’ya aykırılığını gerekçeleriyle anlattıktan sonra, bir anayasa hukukçusu olarak tek amacımın itiraz yolunu çalıştırmak olduğunu ifade ettim. Sonuç değişmedi. Yine hiçbir gerekçe olmadan iddiam ciddi bulunmadı. Böylece yolun sonuna geldim.
Bu sırada yıl 2012 olmuş ve bireysel başvuru sistemi işlemeye başlamıştı. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapabilirdim ama yapmadım. Çünkü bireysel başvurunuzun kabul edilebilmesi için hak veya özgürlüğünüzün “önemli ölçüde” ihlal edilmiş olması gerekmekte. Çok büyük bir ihtimal Anayasa Mahkemesi 15 TL’nin mülkiyet hakkımı önemli ölçüde ihlal etmediği gerekçesiyle en başından başvurumu kabul edilemez bulacaktı. Zaten Anayasa Mahkemesi başvurumu kabul edilebilir bulsa ve hatta hakkımın ihlal edildiğini tespit etse dahi kanunu, iptal etmeyecekti çünkü bireysel başvurularda anayasallık denetimi yapmıyor.
Böylece: Anayasa Mahkemesi, yurt dışı çıkış harcının Anayasa’ya aykırı olduğunu açıkça kabul etmiş oldu.
Bu durumda bir hukuk devletinde ne olması gerekir? O düzenlemenin iptal edilmesi gerekir, değil mi? Ne var ki kararının devamında, bu harcın devletin kamusal harcamaları için kullanıldığını ve “toplumun huzuru ve refahına” hizmet ettiğini söyleyen Mahkeme çoğunluğu, harcı iptal etmek yerine bu hukuka aykırılığı koruma yolunu seçti. Üyelerden yalnızca Engin Yıldırım karara katılmayarak karşıoy yazdı ve basit şekilde, harcı ödemeyen kişilerin yurt dışına çıkış yapamadığını, bunun da Anayasa’da olmayan bir gerekçeyle vatandaşların seyahat özgürlüğünün kısıtlanması anlamına geldiğine işaret etti. Bu kadar bariz, açık ve net.
Bugün yurt dışı çıkış harcının 1.500 TL’ye çıkarılması konuşuluyor. “Yurt dışına çıkacakların bu kadar parası zaten vardır ve çok da dert etmezler” deniyor.
Derdimiz para değil, derdimiz anayasanın üstünlüğüne saygı. Derdimiz ülkemizin bir hukuk devleti hâline gelmesi. Hukuka uygun olduğu sürece vergimizi de veririz, harcımızı da yatırırız. Ama devletin kasasına 150 değil, 1.500 hiç değil, 1 TL bile hukuka aykırı şekilde giriyorsa, buna itiraz etmek bir vatandaşlık görevidir. Ve bir devleti hukuk devletine dönüştüren unsurların başında, anayasanın üstünlüğüne inanan ve haklarını savunmayı bilen bilinçli vatandaşlar gelir.
merhaba, yazınızı okudum. Ben bu harçtan dolayı çok zorlanıyorum. Sonuç olarak bütün yollar tükenmiş midir? Ucuza seyahat eden bir öğrenciyim
Selamlar. Benim için tükendi ancak siz dava açabilirsiniz. Sizin davanıza bakan hakim itiraz yolunu çalıştırmayı kabul edebilir ve düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi’ne gönderebilir. Bu durumda harcın iptal olması bana göre kesin.