Gördüklerim, duyduklarım, düşündüklerim…

Birgün’deki yazım – Masum Canları Öldürmeyi Planlayan Herkesin Merhameti Sorgulanır

Bu yazı ilk olarak Birgün Gazetesi’nin Pazar ekinde yayınlanmıştır.

Ülke olarak bir süredir gündemimiz sokakta yaşayan köpekler. Sanki Türkiye’nin başka sorunu yokmuş, sanki dünyadaki en yüksek enflasyonlardan birine sahip değilmişiz, sanki insan hakları her gün ihlal edilmiyormuş, sanki hukuk devleti uzun süredir yerle bir olmamış, sanki her gün ortalama bir kadın erkek şiddeti nedeniyle öldürülmüyormuş gibi sabah akşam sokakta yaşayan köpekleri konuşuyoruz. Evet, ülkedeki sorunlardan biri köpek popülasyonu olabilir ancak bu konunun diğer sorunları görmemizi engelleyecek bir sorun olmadığı da apaçık. Kesin olmayan istatistiklere göre Türkiye’de 2023 yılında 46 kişi köpek saldırısı veya köpeklerin neden olduğu kazalar sonucu yaşamını yitirdi. Buna göre, bir köpek saldırısına kıyasla, bir iş kazasında ölme riskiniz 60 kat, silahlı bir saldırıda ölme riskiniz 76 kat ve bir trafik kazasında ölme riskiniz ise 218 kat daha yüksek. Ama biz iş güvenliği, bireysel silahlanma veya kural tanımayan şoförler sorununu değil, “başıboş köpek” sorununu konuşuyoruz.

Üstelik bu soruna çare olarak gösterilen yöntem de toplu bir katliam. Özellikle sosyal medyada örgütlenen bir grup, hayvanlara ilişkin Anadolu gelenek ve göreneklerimizle tarih ve kültürümüze aykırı bir şekilde, Avrupa ülkelerindeki “steril” sokakları örnek gösterip açık açık bir katliam çağrısında bulunuyor ve iktidar da bu doğrultuda bir kanun taslağı hazırlıyor. Ülkedeki her hak mücadelesini “Avrupa’nın ahlaksızlığı” olarak yaftalayan bu grup, her ne hikmetse bu sefer örnek gösterdiği Avrupa ülkelerinin hayvan hakları konusunda dünyanın sicili en kirli ülkeler olduğunu kabul etmiyor. Vicdanlı ve merhametli kimsenin kabul edemeyeceği bu çağrı, 1970’li yıllardan bu yana hayvan hakları konusunda yaşanan gelişmeleri, hayvanların da artık insanlar gibi hisli canlılar olduğunun kabul edildiğini ve bu durumun kanunlara ve hatta bazı anayasalara yansıdığını bilmiyor veya bilmezlikten geliyor.

Üstelik sokakta yaşayan hayvanlar konusunda Avrupa ülkelerinde bir bütünlük de yok. Örneğin Hollanda’da sokakta köpek olmamasının nedeni kapsamlı bir “yakala, aşıla, sahiplendir, olmazsa yerine bırak” politikası. “Uyutma” veya “ötanazi” gibi öldürme yöntemlerine başvurmadılar. Bugün İspanya, Çekya veya Yunanistan gibi Avrupa Birliği ülkelerinde sokak hayvanlarının öldürülmesi mümkün değil. Anlaşılan bu grubun “Avrupa” dediği bu ülkeler değil, yalnızca İngiltere; dünyadaki neredeyse her yeri işgal etmiş, bir ara Anadolu’ya da musallat olmuş, gittiği her yere kan, gözyaşı, yıkım ve sömürü getirmiş, hâlâ ekonomik çıkarları için savaşları desteklemekten geri durmayan, İsrail’in Gazze’deki soykırımına ses çıkarmayan İngiltere. Katliam çağrısı yapanların “medeniyet” dediği bu. Halbuki, ekonomik çıkarları için insanlara dahi büyük acılar yaşatan bu ülkenin zamanında hayvanlara yönelik katliamı bize örnek olamamalı.

Aşağılık kompleksimizden sıyrılıp kültürel, tarihsel ve hukuksal açıdan hayvanlarla olan ilişkimizin Batı’dan çok daha iyi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Sadece Türkiye’den bahsetmiyorum, Latin Amerika ve Asya ülkeleri de hayvanlar konusunda Batı’dan çok daha ileride. Avrupa’nın bu konudaki geri kalmışlığının temel sebebi, insan haklarının da kaynağı olduğu için çoğu zaman olumlu bir kavram olarak görülen hümanizm. Bilimsel gelişmelerin ve ekonomik altyapıyı ele geçiren burjuvazi sınıfının da etkisiyle 18. yüzyılda Batı’da baskın görüş haline gelen hümanizm insanın ahlaken önemli olmasını ve hukuken haklarla korunmasını sağladı (aslında en başta bu haklar sadece beyaz Avrupalı burjuva erkek için geçerliydi; bugün kadınların, işçilerin, çocukların ve diğer herkesin hakları varsa bu, burjuvazi sayesinde değil, ona karşı verilen mücadele sayesinde ama bu başka bir yazının konusu). Adından da anlaşılacağı üzere, insanı merkezine alan bu düşünce sistemi aynı zamanda onu doğanın geri kalanından ve dolayısıyla diğer hayvanlardan ayırdı. Yahudi-Hıristiyan geleneğin de yardımıyla bunlar “insanın emrine” verilmiş kabul edildi. Böylece doğanın ve diğer hayvanların aşağı görülmesi ve sınırsızca sömürebilmesi için düşünsel bir altyapı yaratıldı. Yeni hukuksal üstyapı da bunun üzerine inşa edildi. İşte bu çerçevede hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, endüstriyel hayvancılık ve sokakta yaşayan hayvanlara yönelik katliamlar kurumsallaştı.

Bu tür bir dönüşüme ancak Batı’nın koloniciliğine bağlı bir dayatmayla maruz kalan Latin Amerika, Asya ve Ortadoğu ülkelerindeyse hayvanlara saygı ve sevgi toplumsal seviyede kültürel, geleneksel ve dinsel nedenlerle devam etti. Türkiye’de de 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu daha en başından bu toplumsal altyapıya göre hazırlandı. Bu kanunun 6. maddesi aracılığıyla sokaktaki hayvanlar dünyanın hiçbir yerinde olmayan şekilde hem düzenlendi hem de korundu. İnsan sağlığı da önemsenerek sokakta yaşayan hayvan popülasyonunun belli bir seviyede tutulması için belediyelere de yetki ve sorumluluk verildi.

Ancak 2004’te kabul edilen ve 2021’de kapsamlı bir değişikliğe uğrayan bu kanunun dünyaya örnek teşkil eden 6. maddesi bir türlü uygulanmadı. Bütçe yetersizlikleri, vurdumduymazlık, politika eksiklikleri ve başka nedenlerle sokakta yaşayan köpekler doğru düzgün ne aşılandı ne de kısırlaştırıldı. Üstelik yasadışı köpek üretimi ve ticareti de engellenmedi. Elbette bunların sonucunda sokak köpeklerinin sayısı arttı. Sosyal medyanın da gücüyle saldırı vakaları tüm köpekleri “teröriste” dönüştürdü. Şimdi yerel yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirmemesinin ve iktidarın da belediyeleri denetlememesinin cezası tüm köpeklere kesilmeye çalışılıyor. Bu ne adil ne vicdanlı ne de merhametli bir çözüm. Nasıl eşi tarafından öldürülen kadınlar nedeniyle tüm kocaları ve sevgilileri şimdiden hapse atmıyorsak, hiç kimseye bir zararı olmayan, tek “suçu” sokakta yaşamak olan köpekleri de öldüremeyiz. 

Erdoğan geçen haftaki grup toplantısında “Sahipsiz köpek sayısını yakala-kısırlaştır yoluyla çözmek istedik ama bu bir çözüm olmadı” demiş. Halbuki bu yol hiç kullanılmadı ki! Tarım Bakanı yıllık kısırlaştırma kapasitemizin en fazla 350 bin köpek olduğunu söylerken bu yolun “uygulandığını” söylemek mümkün mü? Bu yöntemin işlemediğini söylemek için önce bu kapasiteyi artırmak ve yerel yönetimlerle birlikte bir kampanya yapmak gerekmez mi?

Erdoğan aynı toplantıda “Canlıya her zaman merhametle yaklaştık, kimse bizim merhametimizi sorgulamasın” da demiş. Kusura bakmayın ama sokakta yaşayan milyonlarca canlıya potansiyel katil gözüyle bakmak ve hepsini öldürmeyi planlamak bana hiç merhametli bir yaklaşım gibi görünmüyor. Her kim bunu tasarlıyor ve uyguluyorsa bu topraklar onun merhametini sorgular. Bu tasarı kanunlaşır ve masum canlar öldürülmeye başlanırsa, buna yol açanlar bu toplumun vicdanında yargılanır ve sonsuza kadar mahkûm edilir.

Yorum yazmak ister misiniz?

Bu blog\'u takip etmek için mail adresinizi yazınız

Diğer 17 bin aboneye katılın

Twitter’dan

En son yayınlananlar