Gördüklerim, duyduklarım, düşündüklerim…

Aposto’daki yazım – Hayvan Haklarında Batı’nın İlerisinden Türkiye’nin Gerisine

Bu yazı ilk kez Aposto’da yayınlanmıştır.

Evet, Türkiye’de bir sokak köpeği sorunu var. Ne sayıları ne de sağlıkları kontrol ediliyor. Bazen saldırabiliyorlar. Saldırmasalar bile bazı insanlar sokakta yürürken köpekler nedeniyle korkuyor. Bunlar, bir sorun olduğunu gösteriyor. Ama bu sorunun çözümü toplu bir katliam değil. Bunu, vicdanlı hiç kimse kabul edemez. Çözüm, dünyaya örnek teşkil eden kanunumuzun uygulanması ve merkezi ve yerel yönetimlerin işbirliği ile yürütülecek bir kısırlaştırma kampanyası.

2018 yılında hayvan hakları çalışmak için yedi aylığına İsviçre’nin Basel kentine gittim. Basel Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nden Markus Wild’le çalışma fırsatı buldum. Bol bol okudum, öğrendim ve döndüğümde iki makale yayınladım (burada ve burada). Çalışmak için İsviçre’yi seçme nedenlerimden biri buranın “hayvanlar konusunda en ileri düzenlemelere” sahip ülkelerden biri olarak bilinmesiydi. Ancak okudukça, aslında buranın hayvanlar için bir cehennem olduğunu anladım. Evet, şehirden çıktığımda kırlarda serbestçe dolaşan ineklere ve koyunlara rastlıyordum (bildiğiniz o klasik İsviçre manzarası) ama öğrendim ki eczacılığın önemli bir gelir kaynağı olduğu İsviçre’de hayvanlar üzerinde yapılan deneyler de inanılmaz büyük bir sektör. Özellikle insana benzer şekilde acı çekebildikleri ve reaksiyon gösterdikleri için şempanzeler üzerinde en acımasız deneyleri gerçekleştiriyorlar (bunun yasaklanması ve primatlara hukuksal kişilik tanınması için 2022’de yapılan referandumu da ekonomik nedenlerle reddettiler). Benzer şekilde, inanması zor ama güvercinlere de düşmanlar. Güvercinlerin öldürülmesi için yasaları var ve şehirde güvercin beslemek de yasak. Ekmeğinizi paylaşırken görülmeniz halinde ceza alıyorsunuz. Hatırlıyorum, bunun benim için ne kadar garip olduğunu ve hatta bizim cami önlerinde güvercin besleme geleneğimiz olduğunu söylediğim arkadaşlarım gözlerini devirip “Nasıl ya, onlar uçan fare! Mikrop yuvası hepsi” diye cevap vermişlerdi. Ama sorsanız, “hayvanları çok seviyorlardı”. Batının hayvanlar konusundaki içselleştirilmiş ikiyüzlülüğüyle bu şekilde tanışmış oldum.

Ve tahmin edeceğiniz üzere, elbette İsviçre sokaklarında yaşayan ne kedi ne köpek var. Zamanında hepsini “uyutmuşlar”. Peki sokaklar güvenli mi? Vardığımın ilk haftasında bir gece iki sokak ötemde bir kadına tecavüz edildiği haberini aldım. Üstelik şehir merkezine çok yakın oturuyordum. Şehir merkezineyse uyuşturucu bağımlıları ve ayyaşlar nedeniyle pek uğramamaya gayret ettim. Gitmek zorunda olduğumda bisikletle hızlıca içinden geçtim. İstanbul’a göre çok daha az güvende hissettiğimi hatırlıyorum.

Türkiye’ye dönmemin ve makaleleri yayınlamamın ardından Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi hocalarından Prof. Kristen Stilt’ten bir mail aldım. Oxford Üniversitesi Yayınları’ndan çıkacak olan Hayvan Hukuku Küresel Elkitabı (Global Handbook of Animal Law, 2025’in başında çıkması bekleniyor) için Türkiye raporunu yazmamı teklif ediyordu. Elbette büyük bir memnuniyetle kabul ettim. Kitapta, hayvan haklarına ilişkin çeşitli makalelerin yanı sıra seçilmiş bazı ülkelerin hayvanlara ilişkin ulusal hukukunu, kültürünü, geleneklerini, dinsel bakış açısını, vs. içeren raporlar da olacak. Raportörler, birbirlerinin raporlarını değerlendirmek ve kitabın editörleri eşliğinde eksikliklerini tamamlamak üzere 2020’nin Sonbaharında Harvard Üniversitesi’nde düzenlenen bir atölye çalışmasına davet edildi. Ben de gittim. Üç gün süren atölye çalışmasında her rapor teker teker ele alındı. Benim rapora sıra geldiğinde diğer raportörler eleştirilerini yönelttiler, notlar aldım. Ama beni şaşırtan, Harvard Üniversitesi hocalarından birinin söz alıp “Bildiğim kadarıyla sizin kanunda sokakta yaşayan hayvanları koruyan bir madde var. Raporda bahsetmişsiniz ama ayrıntıları yok. Daha ayrıntılı yazmanız mümkün mü? Çünkü bildiğim kadarıyla dünyada bir benzeri yok” demesiydi. Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesinden bahsediyordu. Kelime sınırım nedeniyle ayrıntılarına girememiştim. “Elbette, not alıyorum” derken başka bir Harvard hocası İstanbul’da yaptığı tatilden ve insanlarla sokakta yaşayan hayvanların birlikte kurdukları düzenin onu ne kadar şaşırttığı ve mutlu ettiğinden bahsetmeye başladı. O zaman fark ettim ki kültürümüze ve hayvanlara ilişkin hukuksal düzenlemelerimize imrenerek bakıyorlar. Bunun üzerine biraz okuyup düşününce şu sonuca ulaştım:

Batı medeniyetinin kurucu düşünceleri Aydınlanma ve hümanizm. İnsan haklarının da kaynağı olarak görüldüğü için çoğu zaman olumlu olarak algılanan bu iki düşünce, insanları doğadan ve diğer hayvanlardan farklı bir yere koymuş, başka bir deyişle onlardan koparmış ve bugünkü “steril” insan dünyasını yaratmış. “İnsanlar üstündür, doğa ve hayvanlar onlardan faydalanalım diye vardırlar ve insan dışındaki her şey insanın iradesine tabidir” düşüncesi onlara kültürel olarak yerleşmiş. O yüzden istedikleri hayvanları sevmek veya sömürmek, diğerlerini ise öldürmeye çalışmak onlar için bir sorun değil. Bu ahlâki ikiyüzlülüğü içselleştirmişler (bu “ahlâki ikiyüzlülük” lafı benim değil, Batılı bir hukukçu olan Gary Francione’nin kendi kültürünü eleştirirken kullandığı bir söz).

Dünyanın geri kalanına baktığımızdaysa -her ne kadar Batı’nın hem silahı hem de kültürüyle sömürmek ve kolonileştirmek için işgal etmediği neredeyse hiçbir yer kalmadıysa da- buralarda Batının bu “insanın üstün olduğu” ve “hayvanlarla insanların birlikte olamayacağı” düşüncesinin tam yerleşmediğini görüyoruz. Latin Amerika’ya, Afrika’ya veya bizim de içinde bulunduğumuz Ortadoğu ve Asya ülkelerine baktığımızda evet, yine hayvan sömürüsü var ama aynı zamanda hayvanlarla iç içe bir yaşam da varlığını sürdürüyor. Sokaklar sadece insanların (ve onların pet’lerinin) değil, parçası olduğumuz doğanın diğer tüm canlılarının da bir yuvası olarak görülüyor. Nitekim Anadolu kültürü de bu yöndedir. Anadolu’da atlar, köpekler, kediler veya kuşlar önemsenir, değerlidir. Yaban hayvanlarına saygı duyulur. Bizim kültürümüz hayvanları öldürmek değil, yaşatmak üzerinedir.

Elbette Batı’nın Aydınlanma düşüncesi ve hümanizmi bizi de etkiledi. Özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Fransız Devrimi’ne uygun bir ulus-devlet kuruluşu için kültürel bir dönüşüm yaratılmaya çalışıldı. Buna bağlı olarak Türkiye, sadece coğrafi değil, kültürel anlamda da Doğu ile Batı arasında bir köprüye dönüştü. Bu, hayvan hakları konusunda da böyle oldu. Anadolu kültürüne uygun olarak, sokakta yaşayanlar dahil, tüm hayvanlara saygı gösteren bir millet olarak, 2000’lerin başında normatif hukuk kuralımızı da ona göre düzenledik. Dünyanın geri kalanında olduğu gibi, sokakta yaşayan hayvanları kendi hallerine bırakmadık, onları kanunla koruma ve kollama yoluna gittik. Böylece hem kendi kültürümüzü yaşatma hem de Batılı anlamda sağlıklı kentler kurmayı amaç edindik. Türkiye’yi hayvanlar konusunda farklı ve örnek bir ülke kılan bu oldu. İşte kurmuş olduğumuz bu denge, Batının hocaları tarafından dahi araştırılan, öğrenilmeye çalışılan ve gıptayla bakılan bizim bir başarımız.

Şimdi bu başarıyı kendi ellerimizle yok etmek üzereyiz. Eğer haberler doğruysa ve Hayvanları Koruma Kanunu’nda sokakta yaşayan köpeklerin toplatılması ve sahiplendirilmemeleri halinde uyutulmasına yönelik bir değişiklik yapılırsa bu, evet Batılı bir düzenleme olur ama doğru bir düzenleme olmaz. Anlamamız gerekiyor ki bu konuda Batı değil, biz ilerideyiz ve onlar bizi örnek alıyor. Çünkü 1970’lerden sonra yükselen hayvan özgürlüğü mücadelesi Batılıların bu konuda ne kadar ikiyüzlü olduğunu ortaya koydu ve bunu kendileri de anladı. Hukuklarını daha adil olacak ve hayvanlara da haklar tanıyacak şekilde geliştirmeye çalışıyorlar ama bunu nasıl yapacaklarını bilemiyorlar. Bunun için baktıkları ülkelerden biri biziz. Bu, alışık olmadığımız bir durum olduğu için bazılarımızı şaşırtabilir ama komplekslerimizi bir kenara bırakıp kabullenmemiz gerekiyor: Hayvan hakları konusunda Batıya göre daha iyi bir durumdayız.

Tüm bu söylediklerim elbette sokak köpekleri sorununu çözmüyor. Şimdiye kadar söylediğim, çözümün bir kanun değişikliğiyle Batının yüzlerce yıl önce giriştiğine benzer bir katliamda olmadığı. Anlatmaya çalıştığım, bu değişikliğin gerçekleşmesi halinde Batıya yol gösteren ülke olma özelliğimizi kaybetmemizin ötesinde kendi kültürümüze de ihanet etmiş olacağımız. Binlerce canın öldürülmesine sebep olursak veya izin verirsek bir daha vicdanlarımız rahat eder mi? Ülkedeki her hak mücadelesine “Batının ahlâksızlığı” yaftasını yapıştıranlar Batının asıl en ahlâksız düzenlemesine özenip katliam çağrıları yaparak Anadolu’nun kadim geleneklerine sırt çeviriyor ve kendi kültürünü reddediyor. Ece Temelkuran’ın ünlü sorusuyla sorarsak, “Siz ne zaman bu kadar zalim oldunuz?” Ne ara kendi kültürünüzden bu kadar koptunuz da Batının ahlaksızlığına özenir oldunuz?

Peki bu sorunun bir çözümü var mı? Elbette var. Sokakta yaşayan köpeklerinin sayısının azalması için yapılması gereken Hayvanları Koruma Kanunu’nu değiştirmek değil, bilakis, onun uygulanmasını sağlamak. Kanun’un 6. maddesi, sokakta yaşayan hayvanların alınıp, veteriner hekim kontrolünde tedavi edilip, kısırlaştırılıp, alındıkları yere bırakılmalarını emrediyor. Belediyeler şimdiye kadar bu görevlerini büyük ölçüde yerine getirmedi. Bazısı oy getirmediği için bu konuyu önemsemedi, diğerleri bütçe ayırmadı. Sayının artmasına neden olan da bu oldu. Dolayısıyla, eğer bir sorun varsa, bunun sorumlusu köpekler değil, işini yapmayan belediyeler. Bu nedenle cezanın da köpeklere kesilmemesi gerekir. Elbette saldırgan özellikler gösteren köpekler gözlem altına alınabilir ve bir daha salınmayabilir. Ama saldırgan bazı köpekler nedeniyle bütün sokak köpeklerinin öldürülmesini istemek ne adil ne de vicdana uygun. Bu, masum canlara yönelik bir katliam çağrısı. Ve tarih bize gösterdi ki hiçbir katliam çağrısı sokakları daha güvenli yapmadı. Bilakis, bir katliama izin vermek, sonraki katliamlara kapı aralar. Bugün sokaktaki köpekleri hedef alanların, başarılı olmaları halinde yarın neyi veya kimi hedef alacağını bilemezsiniz. Bu tür çağrıları yapanların her zaman bir düşmana ihtiyacı vardır. Bugün köpekler olur, yarın başkası, öbür gün siz.

Sokakları herkes için güvenli hale getirecek olan kitlesel bir öldürme seferberliği değil, hukuka uygun ve haklara saygılı çözümlerdir. Yapılması gereken, iktidarın ulusal koordinasyonu ve maddi desteğiyle yerel yönetimlerin kanuni sorumluluklarını yerine getirmesini ve planlı bir şekilde tüm sokak köpeklerinin tespit edilip sağlıklı bir ortamda kısırlaştırılmasını sağlamak olmalı. Bu konuda da dünyaya örnek olmak elimizde. Yeter ki vicdanlı ve istekli olalım. 

Yorum yazmak ister misiniz?

Bu blog\'u takip etmek için mail adresinizi yazınız

Diğer 17 bin aboneye katılın

Twitter’dan

En son yayınlananlar